Salonda 5 kişi var. Film uzun, üstelik bir Nuri Bilge Ceylan filmi. O nedenle seyirci sayısına şaşırmıyorum ama ‘keşke daha çok izleyici olsaydı’ diye düşünüyorum. Film yazılarını düzyazı formatında yazmayı tercih etmeme rağmen bu filmi ‘madde madde’ yazacağım. Çünkü film de ‘sahne sahne‘ seyrediliyor.
- Film ‘bir gece’ başlıyor. İlk 65-70 dakika boyunca da ‘o gece’ sürüyor.
- Gece sahnelerinde 4 durak var. 3 virajın ardındaki 3 çeşme ve mola verilen Ceceli Köyü muhtarının evi...
- Virajlar ve çeşmeler aynı. Yollar, bayırlar aynı. Aranan ‘top ağaca’ ulaşmak gece boyunca mümkün olmuyor. Bu sahnelerde 3 külüstür araba, onların farları ve bozkır yolları hep aynı... Cansız öğelerdeki tek farklılık, tepenin ilerisinden bir gerdanlık gibi geçen trenin ışıkları ve elma ağacı...
- Bu aynılık içinde, insanlar ve ruh hallerindeki değişiklikler iyice öne çıkıyor. Zaten ‘film’ izlemeye gelen seyircinin, o karanlık ve yeknesaklık içinde ‘izleyebileceği’ yegâne unsur da ‘insan’ .
- Ben sadece film izleyicisi olmadığım ve amatörce de olsa fotoğrafçı gözü ile de perdeye baktığım için olsa gerek, sahneleri ‘kare kare’ izledim. Bazı sahnelerdeki ‘ters ışık’ çekimlerine, gölgelendirmelere, siluetlere, arkadan verilen vücut dili odaklanmalarına bayıldım.
- Gecenin son durağı olan ‘muhtarın evi’ ‘film içinde film’ adeta. Karakterlerin, seyirci tarafından tek tek içselleştirildiği, filmin ‘mihenk taşı’ sahnesi burası. Gerçi çok sayıda film izlemiş olmanın dezavantajını yaşadığım tek sahne de burada oldu. Muhtarın kızının küpesine odaklanılan, yine kameranın arkadan ve ters ışıkla gösterdiği ‘küpe sahnesi’ bana Hollandalı ressam Vermeer’in hayatından ve aynı adlı eserinden esinlenerek çekilen ‘İnci Küpeli Kız’ filmini çağrıştırdı. Benim ‘olmasa da olurdu’ dediğim ama başkaları için eminim ki seyri çok estetik bir sahne olmuş.
- Bu noktadan sonra, filmin temposu hızlanıyor! ‘Hızlanıyor’ fiili sizi yanıltmasın, bir Nuri Bilge Ceylan filminde en son bulunan özelliğin ‘tempo’ olduğunu, eminim, hepimiz biliyoruz artık.
- Doktoru, savcısı, komiseri, polis memuru, muhtarı ve hatta katili ile müthiş bir ‘karakter imbiklemesi’ sunuyor yönetmen bize. Filmin ‘doğa’ anlatımı ne kadar durağan ise ‘insan doğası’ anlatımı da bir o kadar fırtınalı. Sırf karakter anlatımı açısından ‘master tez’ olarak okutulabilecek bir film sunmuş yine Nuri Bilge Ceylan.
- Filmdeki olayları anlatmaya lüzum görmüyorum çünkü bence ‘olayın’ ne olduğunun çok da önemi yok. Senaryosu çok emek verilerek yazılmasına rağmen, beni en az etkileyen unsur oldu. Bence senaryo tamamen yardımcı unsur!
- Beni en çok etkileyen sahnelerden biri de ‘doktor’ karakterinin fotoğraflarına, dolayısı ile ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’ zaman kesitinden önceki hayatına ışık tutan sahne oldu. Bu film, Anadolu’nun, ‘büyük şehirler gibi olmadığını’ her karesinde hissettiriyor. Hani ‘ismiyle müsemma’ (adı üstünde) deriz ya, tam öyle bir çalışma olmuş.
- Filmin ‘Yabancı Film Oscar’ı aday adayı’ olmayı hak ettiği konusunda hemfikirim. Oscar’ı alabileceğini ise, düşünmüyorum. Sebebi de filmin seyirci için değil, jüri için çekildiğini hissetmem. Umarım yanılırım. Uzun lafın kısası, ‘3 saatinizi bu film için ayırın’ derim. İnanın, ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’yı izlemek’ yerine yapacağınız başka pek az aktivite, 3 saatinizi ‘bu kadar iyi değerlendirilmiş’ hissettirecektir!
Filler: Evrenin sezgili devleri!
İngilizce National Geographic Dergisi’nin Eylül sayısında, Kenya’daki ‘yetim bebek fillerin’ hikâyesi anlatılıyor. Derginin 22 sayfa ayırdığı bu etkileyici makaleyi, kısıtlı yerim nedeni ile detaylı anlatamıyorum. Ama inanın, anlatılası ve dinlenilesi bir öykü bu... Dergi, Kenya’nın Nairobi Doğal Yaşam Parkı’ndaki bir avuç gönüllü insanın, sürüsüz ve anasız kalmış fil yavrularını iyileştirme çalışmalarını anlatıyor. Yavru fillerin bazıları anneleri öldükten sonra uzun bir iyileşme dönemi geçiriyor. Çoğunlukla kendileri de ok ve baltalar ile yaralanmış halde bulunuyorlar.
İnsan yavrusu kadar uzun bir büyüme sürecine ihtiyaç duyan yavru fillerin, birbirine derin bağlar ile bağlı, ana-erkil bir sürü desteği olmaksızın hayatta kalması neredeyse imkânsız. Her gün yüzlercesinin avlandığı Afrika’da sayıları giderek azalan filler, fiziki olarak onlardan çok daha küçük fakat acımasızlık olarak onlardan kat be kat büyük olan insanoğlu tarafından kıyıma uğruyor.
Fillerin aslında ne kadar insancıl bir karaktere sahip olduklarını, belki de hayvanlar âleminin en akıllı yaratıkları arasında sayıldığını da anlatan bu makaleyi okurken sürünün, ölen bireylerin üstünü toprak ve dallarla örttüklerini, yas tutma davranışları gösterdiklerini ve aylar, hatta yıllar boyunca, ölülerinin kemiklerini ziyaret ederek hortumları ile onlara dokunma yoluyla bir nevi anma ritüeli düzenlediklerini öğrenmek, gözlerimin dolmasına sebep oluyor.
Bu makaleyi, tam da ‘Water for Elephants’, ülkemizde ‘Aşkın Büyüsü’ adı ile vizyona giren filmi seyrettikten sonra okudum. Sirk dünyasını ve o sirkteki güzeller güzeli fil Rosie’nin çektiklerini anlatan bu filmi seyretmemin ardından bu makaleyi de okuyunca karar verdim; ‘Gitmesek de, görmesek de orada bir fil var uzakta... Yaşam hakkını ve soyunun devamlılığını insanların koruması gereken...’ Ne de olsa hayallerimiz kadar yaşıyoruz. Bir gün belki Kenya’daki Doğal Yaşam Park’ını ziyaret edip onları doğal ortamlarında görebilirim.
Okunası...
Bu hafta Alfa Yayınları’ndan basılmış bir kitap aldım. Adı ‘Güçlü Hafıza’, yazarı Ahmet Yıldız. Daha önce de sizlere dert yandığım gibi, son zamanlarda hafızamın beni terk ettiği duygusuna kapılmışlığım var. Çocuk yetiştirmeden bitki bakımına, ev dekorasyonundan photo-shop kullanımına kadar her konuyu, ilgili kitapları okuyarak öğrenip uygulayabileceğime inanmış biri olduğum için de normal insanlar gibi bir doktora gitmek yerine ‘Nasıl hafıza güçlendirilir?’ konulu kitaplara dadandım. ‘Güçlü Hafıza’ kitabında Ahmet Yıldız beynin yapısından hafızanın işleyişine, beyin ve hafızanın tam kapasite ile kullanılması için yapılabilecek egzersizlere kadar bir dizi önermede bulunuyor. İşte ‘akrostiş’ (ilk harflerin anlamlı sıralaması) tekniği ile düzenlenmiş bir ‘yapılacaklar listesi’ egzersizi:
1. Kahvaltı
2. Ortaklarla toplantı
3. Çınar Holding Anlaşması
4. Gezi
5. İzinlerin düzenlenmesi
6. Bursa Feribotu
7. İngilizce kitapların ısmarlanması
8. Kaza yapan işçileri ziyaret
9. Ortaklarla yemek
10. Çıkış izinlerinin konuşulması
Yazar bu listeyi ‘KOÇ GiBİ KOÇ’ akrostişi ile hafıza almaya öneriyor. Bunun gibi daha pek çok yöntemin anlatıldığı kitap, özellikle okul çağındaki öğrenciler için yararlı olacaktır. Öneriyorum.
(08.10.2011 tarihli Cumartesi Postası'ndan alınmıştır.)