Sonunda ‘kendini fasulye gibi nimetten saymak’ deyimi gerçek oldu! Geçtiğimiz 3 ay içinde yüzde 59 oranında zamlanan kuru fasulyenin, yarım ekmek dönerden pahalı olduğu açıklandı. Türkiye’de yılda tüketilen 200.000 ton kuru fasulyenin yarısı ithal ediliyor. Bakliyat üretiminin azaldığı ve kış şartlarının kurak geçtiği ülkemizde, fasulye artık ‘fakir sofralarının eti’ olamayacak. Kuru fasulye şimdiden karaborsada stoklanmaya başladı. Akıllardaki soru; ‘milli yemeğimiz sayılabilecek kuru fasulyeyi bile döviz ile alacak hale geldiysek, bu kadar nüfusu nasıl besleyeceğiz?’ Bizim süper projelerimizi tarım kategorisinden seçme vaktimiz geldi de geçiyor!
*
Sıra Polonezköy’de mi?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın onayladığı “Beykoz Polonezköy Köy Yerleşik Alanı 1/5000 ve 1/1000 ölçekli koruma amaçlı nazım imar plânları ile Polonezköy Tabiat Parkı sınırı içinde kalan köy alanına “seyrek yoğunluklu konut, düşük yoğunluklu konut ve turizm konaklama alanı” fonksiyonu getirildi. Plânlar 24 Ocak’ta askıdan inecek.
Polonezköy Tabiat Parkı, İstanbul Valiliği sitesinde şöyle tanıtılıyor: Doğal bitki türlerinin tamamını bünyesinde bulunduruyor. Örneğin; çam türleri, kestane, gürken, meşe, kayın, ıhlamur, alt tabakada ise defne, kocayemiş, karayemiş, dağ muşmulası, geyik dikeni, ateş dikeni. Tabiat Parkı’nda bir adet Sülün-Keklik Üretme İstasyonu, bir adet de Geyik-Karaca Üretme İstasyonu var. Ayrıca parkta kızıl geyik, karaca, yaban domuzu, çakal, tilki, sincap, sansar, gelincik, sülün, keklik, atmaca, şahin, doğan, karatavuk, saka, üveyik, baykuş gibi hayvanlar yaşıyor.
Polonezköy yürüyüş parkuru pek çok İstanbullu için bir nefes alanı, doğal sığınak. Haberi duyunca içim acıdı. Her yerin bina, her yerin beton, her yerin yapı, her yerin otel olmadığı bir şehir istiyorum ben. İnternette yeşil diyarların fotoğraflarına bakmaktan helâk oldum. Gözümü, gönlümü, ruhumu yeşile yatıramıyorum artık bu şehirde. Polonezköy’ün imara açılması ile ilgili change.org sitesinde bir kampanya başlatıldı. İmzanızı, ağaçlardan, sülünlerden, kekliklerden ve İstanbul’da nefese muhtaç insanlardan esirgemeyiniz efendim.
*
ETNOSFER
Zaman buldukça izlediğim TED Talks’ların en güzellerinden birinde National Geographic araştırmacısı Wade Davis, endişe verici şekilde yok olmaya yüz tutan dünya kültürlerinin olağanüstü çeşitliliğini anlatıyor. Üstümüze yığılan ‘sığ ve kirli’ ülke gündemi içinde ‘uzaklaşma vesilem’ olan konferansında Wade Davis, önce ‘etnosfer’ sözcüğünü açıklıyor. “Biyolojik dünya biyosfer ise, kültürel dünya da etnosferdir” diyor. Yani etnosfer için ‘kültürel yaşam ağı’ diyebiliriz. Etnosferi; bilincin doğuşundan beri insanın hayal gücü tarafından üretilen düşüncelerin, rüyaların, mitlerin, fikirlerin, ilhamların ve sezgilerin toplamı gibi düşünebilirsiniz. Wade Davis, etnosferi bir insanlık mirası olarak tanımlıyor.
Borneo Ormanları’ndan Haiti’ye, Sahra Çölü’nden Everest’e kadar pek çok destinasyonda yaşayan, pek çok değişik kültürün inançlarını, geleneklerini, dillerini, yaşamlarını inceliyor. Dünyada 14 günde bir, bir dilin kaybolduğu, kültürlerin değişime ve modernizasyona uğrayarak yitip gittiği, güç ve egemenliğin en sert gerçekliğinde 21. Yüzyıl’ın biyolojik ve kültürel çeşitliliğin yok olduğu yüzyıl olarak anılacağından söz ediyor. Söylediği en önemli kavram ise; Dünya’nın sadece insan bilinci ile varlığını sürdürebileceği! And Dağları’nda Apu’nun (dağın ruhu) yaşadığına ve kaderini onun şekillendireceğine inanan bir çocuk ile, endüstriyel dünyada her gün gördüğü dağı sadece maden çıkarılacak bir kaya ve toprak parçası varsayan çocuk arasındaki kültürel ve manevi farka dikkat çekiyor.
Evet, pek bir Avatar! Ama bu sefer anlatılan bir senaryo değil. Dünyanın kadim halklarının kadim öğretilerinden derlenmiş bir öğreti. Wade Davis’in böyle ufuk açıcı, aydınlatıcı ve arındırıcı konuşmasını dinlemeye çok ihtiyacım varmış. Günlük hayatımda her karış yeşilin AVM olduğu, otoyolların ormanlara soykırım uyguladığı, insanların dünyayı ayakkabı kutusu sandığı, herkesin birbiri, kendisi ve gölgesi ile kavga ettiği, çocukları bile koruyup kollayamadığımız bir ortamın muhataplığından bir nebze uzaklaşıp bir avuç insanın, dünyayı, yeşili, kültürleri ve insanları koruyup kollamaya çalışması bana umut verdi. Zaten; ‘umut’ varolmanın yegâne anahtarı değil mi?
*
Grip yakamıza yapıştı
Memlekette ciddi bir grip salgını var. Yeni virüse H2N3 deniyor. Sağlık Bakanlığı’nın uyarıları dikkat çekici.
Antibiyotik kullanmayın
Her hasta en az bir hafta dinlenmeli
Risk grubundakiler mutlaka doktora görünmeli
Dengeli beslenmeye dikkat edilmeli Ağır seyreden bir salgın ile karşı karşıya olduğumuz için yayılmasını önleyici önlemlere çok dikkat etmek gerekiyor. Bitkilerin gücünü de unutmamalıyız. Yeni keşfettiğim www.buketkaptan.com sitesinde gribe karşı kullanabileceğimiz doğal reçeteler var. Mesela ‘gripsavar sarımsak çayı’. “2-3 diş sarımsağı soyup hafifçe bıçağın enli tarafı ile ezin ve kaynamakta olan 2 bardak suya ekleyin. Altını kısıp 15 dakika kısık ateşte kaynatın, süzün. İçebileceğiniz ısıya gelince bir tutam acı kırmızı biber, zencefil, bal, limon suyu ya da elma şırası sirkesi katıp için.” Herkese geçmiş olsun.
11 Ocak 2014, Cumartesi 04:00
Haberin Devamı