Tüm ailenin bir araya gelmesi, yeni bir aile ile tanışmak, ailelerin karşılıklı akrabalık kodlarını anlamaya çalışmak, daha ‘dün gibi’ kendi düğününü anımsarken çalan müziğin ritmiyle tempo tutmak; güzeldir.
15 yıl geçmişse aradan, güzel küçük insanlar yaratılmış, büyütülmüş, iyi günde gülünmüş, anılar paylaşılmış, kötü günde küsülmüş, ağlanmış ama yine de her gün kalpler ve gözler sadakatle bağlanmış ise birbirine; hoştur tanıklık etmek daha yeni yola çıkan iki genç insana...
Birlikte bir hayatın başlangıcıdır düğün... Hayat yolcuları ve onları bu yolculuğa uğurlamaya gelen sevdikleri için çok özeldir...
Anne-baba neslinin ağırbaşlı duruşu, dik başları ve etrafta oynayan torunlarına bakarken gözlerinde oluşan pırıltı, 40 sene önce ‘iki’ iken şimdi ‘on’ olmanın keyfiyle yüzlerinden eksik olmayan gülümseme; görülesi, varılası, öğrenilip uygulanası bir mutluluk formülüdür.
Ortanca neslin, aralarından birinin mutlu gününde yanında olmak için dünyanın ve memleketin dört yanından yollara düşüp gelmesi, mini minnacıkların sepet örgülü, kurdeleli saçları, rugan pabuçları, fırfırlı etekleri, küçük kravatları ile herkes tarafından okşanan başlarını, çok çok öpülen ruj lekeli yanaklarını, piste çıkıp döne döne dans etmelerini izlemek güzeldir...
Doğacak bebeklerin müjdesi, yeni işlerin tebriği, talihsiz haberlerin tesellisi, mutlu günün de etkisi ile coşan yüreklerden taşan iltifatlar; evlenecek çiftin salona girmesi beklenirken; dillenir, söylenir...
Büyük ve herkesin aynı anda konuşup güldüğü ailelere sahip olmak, ne büyük bir zenginliktir...
Ailenin gelinleri, damatları, çoluk çocuk, yeni evlilerin ilk dansından sonra piste çıkar ve farklı coğrafyalarının uzaklığı yüzünden geçen ayrı zamanlara inat, oynak ritimlerde kenetlenir.
Gençler iyice yorulup masalarına döndüğünde ise ‘41 kere maşallah evlilikleri’nin şarap gibi yıllanmış insanlarını vakur, zarif dönüşlerle tango ve vals yaparken seyretmek, özel bir ana ortak olmaktır.
Babaların anneleri dansa kaldırırken ceket iliklemeleri, her daim annelerin hafif kızaran yüzlerindeki mahcubiyet ve dudaklarında Mona Lisa gülümsemesi ile zarifçe bu teklifi kabul edişleri, bele konan elin nazik kavrayışı, hele ki avuca bırakılan parmaklardaki güvenen tutuş
“İşte...” dedirtir insana, “... varılacak durak bu olmalı”!
Düğünler güzeldir. Düşünceleri, hayalleri alır, hem geçmiş zamana, hem gelecek günlere götürür.
Birkaç saatliğine; mutluluk, sevgi, dostluk, iyi niyetler doldurur havayı ve insanın ruhuna iyi gelir.
Süper fikir!
En sonunda kış hamileleri erik, kiraz ve çağla badem yiyebilecekler!
Evet, aşerme halinden söz ediyorum. Aşerme, modern dünyada bir nev’i ‘kapris’ yapma olarak görülse de aslında mucize makine vücudun, bebeğin ve annenin neye ihtiyacı olduğunun sinyallerini vermesidir. Tam tersi durumda da iğrenme hissini, korunma mekanizması olarak kabul etmek gerekir. Kış başında semt pazarında hamile gelinine kiraz arayan orta gelirli emekli amcanın, sabaha karşı uyandırılıp dut peşine salınan kocanın halinin pahalı da olsa çaresi var artık: www.aseriyorum.net. Ne demiş eskiler; “Ye tatlıyı getir atlıyı, ye ekşiyi getir Ayşe’yi”.
Mezunlar Günü
“7’sinde neyse 70’inde de odur” atasözüne itirazım var.
Kimse aynı kalmıyor. Zaman, kayayı aşındıran deniz gibi çarpıyor insana, törpülüyor, cilalıyor...
Birlikte yıllanmadığınız insanları seneler sonra görmek; işte bundan zor geliyor bana.
İnsanı hayatın dalgalarıyla aşınmadan önce tanıyanlar, aradaki zamanı yok sayarcasına, karşısındakini aynı bulmayı bekliyor.
Oysa kimse aynı kalamaz 20 sene boyunca.
Herkes kendini yeniden keşfeder, baştan yaratır!
Mezunlar günlerinde birbirinin 20 yaşını bilen insanlar bir araya gelir.
Karşındakini ‘bildiğini’ farz ederek başladığın muhabbette, tamamen başka bir kişi ile konuşuyorken buluverirsin kendini!
Isınamıyorum bir türlü ‘mezunlar günleri’ sohbetlerinde... Hep ‘yarım kalmış’ hissi ile bitiyor mezunlar günü tecrübesi benim için...
Göregeldiklerim zaten benimleyken, göremediklerim’ 20 yıl sonra görmek çok zor geliyor bana.
İnsanın insana gösterdiği bu merak neden?
“Kim, nerede, kiminle, ne yapıyor”u öğrenme uğraşı; hele ki ihtiyacı...
Fakat, tesadüfen hayat karşılaştırırsa, adı ‘mezunlar günü’ olmayan bir günde iki eski arkadaşı, yeni sayfa açmak gerek karşılıklı.
Zaman akıp gittikçe kimse aynı kalmıyor.
Herkes, her gün, her olay ile değişiyor. Bernard Shaw’un dediği gibi, keşke ‘yaşanmadan akıllanmak’ mümkün olsa...
Talihsizlikler ve kalp kırıklıkları
Hayatımızda defalarca karşılaştığımız talihsiz durumlar vardır. Bazen bizim başımızdan geçer, bazen bir tanıdığımızın. Başkasının başına gelen şanssızlıkları duyduğumuzda üzülürüz ama, sonra insanca bir ferahlama kaplar içimizi; “Allahım, şükürler olsun bunlar bana olmadı”...
Talihsizlikler belki karmanın (evrensel enerji) sonucudur, belki kaderin oyunu. Genelde sonuç, kırılan kalpler, örselenen maneviyatlar ve içi acıyan insanlardır.
Böyle durumlarda gönül dostluğu önemlidir. Yamacına ilişme, bir demli çayı paylaşma, derdi dinleme pansumanıdır, içi yakan kör talih yarasının.
Zamanı geri döndürme, yaşanmışı baştan yazma gibi sihirli gücü olmayan insanlar için, ağır bir kalbe gösterilecek anlayış, çoğu zaman tek teselli olabilir... Zaman ve dostlar herşeyin ilacıdır.
16 Ekim 2010, Cumartesi 18:35
Haberin Devamı