İnci TulparKahrolsun naylon torba

HABERİ PAYLAŞ

Kahrolsun naylon torba

Amerikalılar, naylon torbalara savaş açmış. Herkes markete, alışverişe bez torbasını taşıyor. İlla torba gerekirse, 10 cent verip karton torba alıyorlar. Ama karton torba kağıttan yapıldığı ve kağıt doğal malzeme olduğu için, onu da az kullanmaya çalışıyorlar.

Çöpleri ayrıştırma ve geri dönüşüm konularında da son derece dikkatliler. Kağıt torbalar, kağıt peçeteler, restoranlardaki servis kağıtları hep geri dönüştürülmüş.

Özellikle Kaliforniya Eyaleti doğa, doğal yaşam, özgürlükler konusunda çok hassas. GDO’lu gıdalar ile ilgili tepkiler de ilk buradan çıkıyor, LGBT hakları ile ilgili yasalar da...

Haberin Devamı

Doğal yaşamı koruma konusunda da müthiş önlemler almışlar. Pasifik Okyanusu’nun ortasında, Teksas kadar büyük bir ‘okyanus çöplüğü’nün yüzdüğü göz önüne alındığında, bu hassasiyetlerini anlamak mümkün.

Okyanus çöplüğüne bakıldığında ilk göze çarpanlar ise naylon torbalar ve plastik şişeler. Türkiye gibi ‘henüz’ konunun önemini kavrayamamış ülkelerde, çevre felaketi kontrol edilemez düzeye varmadan önlem almak gerek.

Umarım çok geç kalınmadan, bir duyan olur. Biz de en azından evlerdeki çöpleri ayrıştırmaya başlamalıyız. Çünkü Dünya, plastik ve naylon yüzünden zehirleniyor, yok oluyor. İp filelere dönelim. Alışverişlerde ip filelerimizi kullanalım.

Uzaklarda bir yerlerde...

Kahrolsun naylon torba

Pasifik Okyanusu kıyısında, 250 yıllık ağaçların tüm haşmetiyle dikildiği bir parkta yazıya oturdum...

Az ilerde, bisiklet yolu, kaykay pisti ve içinde kuğuların yüzdüğü bir gölet var... Parkın yüzölçümü İstanbul’da bir semt kadar...

İstanbul... Bedenim dünyanın bu ucunda iken, aklımın olduğu şehir... 2013 yılı Ramazan ayının ilk sahur gecesi...

Gezi Parkı bir açılıyor, bir kapanıyor... Tomalar yine çalışıyor...Gaz altında İstiklal... Evlerin mutfak ışıkları açık...

Yaz ramazanlarının vazgeçilmezi ‘yoğurtlu biber kızartması’ bu yıl yapılmasa da olur. Ankara’dan ilk davulcu haberi geliyor... İstanbul’dan ise Mustafa Ali’nin ameliyat haberi...

Yaşı 17... Oturduğum bankın yanından kaykaylı gençler geçiyor... Onların da başında kask var. Parka serbestçe girip çıkıyorlar. Memleket ile aramda tam 10 saat var. Sahur sona ermek üzere... 15 saat sonra iftar...

Haberin Devamı

Ne severim neşeli iftar sofralarını. Mustafa Ali için kan anonsu geçiyor Twitter. AB pozitif imiş kan grubu. Geçmiş Haziran’ı anımsıyorum acı acı... Elinden tuttuğumuz Temmuz’un elleri soğuk bu yıl. 35 derece sıcaklık ne ki, içimiz ürperirken.

Oturduğum yere, kaykay pistinden yükselen kahkahalar ulaşıyor... İçim burkuluyor. Bizim de çocuklarımız ve gençlerimiz var. Adları Michael, Jennifer, Laura değil. Adları Mustafa Ali, Berkin, Lobna... Pasifik kıyısındaki bir park...

İstanbul’daki başka bir park... Dua ediyorum... Hepimiz için.

Amerikan obezitesi

Kahrolsun naylon torba

Amerikalıların yüzde 35’i obez. Öyle alışık olduğumuz gibi ‘kilolu’ insanlardan bahsetmiyorum. Koskocaman, sokakta rahat yürüyemeyen, evde hareket edemeyen bir nüfus söz konusu.

Çok korkunç ve üzücü bir tablo var burada. Kendilerine bahşedilmiş vücudu, son derece kötü ve zararlı yiyeceklerle ha bire dolduruyorlar. Bu kişiler; evde yemek pişirmiyor, sebze ve meyve yemiyor, spor yapmıyorlar. Devamlı dışarıda ve fast food ile besleniyorlar.

Haberin Devamı

Üstelik de orada porsiyonlar devasa! Tabaklar, bardaklar, hatta dondurma külahları bile kocaman! Bir porsiyon diye getirdikleri yiyecekleri, biz 3 kişi yiyebiliriz! Bir külah dondurma diye koydukları miktarla tüm ailenin ağzı tadlanır bizde.

Sinemada mega boy aldıkları popcorn kutusuna, yeni doğmuş bebek sığabilir! Yedikleri hamburger gramajı ile Afrika’da bir köy doyabilir! Tamam, biraz abartıyor olabilirim ama inanın durum çok vahim.

Derhal porsiyonları azaltıp sağlıklı yemeye başlamalılar. Yoksa, mevcut obezite oranı hızla yükselecek. Biz de evde kıymalı ıspanak pişiren bir kültürden geldiğimiz için ne kadar şanslı olduğumuzu sık sık anımsamalıyız. Yaşasın ev yemeği, yaşasın sebze!

‘Dünya Savaşı Z’

Gün içinde ünlü Universal Stüdyoları’nı ziyaret edip pek çok film ve televizyon dizisinin çekildiği setleri görünce, akşam saatlerinde bir film izleme isteği hasıl oldu bünyede.

Hiç aklımda yokken ‘Dünya Savaşı Z’ye girmiş buldum kendimi. Önce şunu söylemeliyim ki film niye 3 boyutlu çekilmiş, hiç anlamış değilim.

Ayrıca, filmdeki ‘Kudüs sahneleri de olmasa olurmuş’ diyerek Kaliforniya’daki film endüstrisine karışan siyasi lobicilik faaliyetlerinden duyduğum rahatsızlığı da not etmiş olayım.

Senaryonun son derece tanıdık olduğu filmde, Brad Pitt’in oynuyor olması en büyük artı. Zombilerin aşırı hızlı hareket etmesi ile benzerlerinden önemli şekilde ayrılan film, gerilim dozunu düşürmeden seyirciyi içine alabiliyor.

Hatta, filmden çıktıktan sonra bir süre sokakta yürüyen insanlara ‘bunlar zombi olabilir mi?’ diye şüphe ile baktığım doğrudur! Yeri gelmişken, filmde Brad Pitt’in karısını oynayan kadın oyuncu Mireille Enos’tan da bahsedelim:

3 yıldır televizyon dizisi ‘The Killing’de izlediğim Mireille Enos, son derece iyi bir oyuncu. ‘Dünya Savaşı Z’deki rolü, oyunculuk yeteneklerinin oldukça altında. Onu ‘The Killing’de izlemelisiniz.

Bu ufak parantezden sonra filme geri dönersek gerilimi ve hızlı temposu nedeniyle sıkıcı olmadığı kesin. “İlla izleyin” demem ama “İzleyeceğim” derseniz de “İzlemeyin” diyemem. Kısacası, seveninin çok seveceği, sevmeyenin de nefret edeceği bir film yapmışlar.

(13.07.2013 tarihli Cumartesi Postası ekinden alınmıştır.)

Sıradaki haber yükleniyor...
holder