Sesi ayrı güzel, oyunculuğu ayrı. Yetenekten yapılmış bir sanatçı. Fırat Tanış’ı hem televizyondan tanıyoruz, hem sahneden...
2,5 yıldır aralıksız sahnelediği tek kişilik oyunu ‘Gelin Tanış Olalım’da empati, aşk, yol, yol arkadaşlığı, kibir, tevazu gibi kavramlar üzerine düşündürüyor.
O etkileyici sesiyle 11 türkü söylüyor. Bir nevi türkü müzikali.
Oyunu izledikten sonra tanıştık ve çok hoş bir sohbete koyulduk.
Demin oyundan çıktık: 'Gelin Tanış Olalım.' Biz de tanışalım, ben Işıl.
Hahaha! Merhaba ben de Fırat.
Tanışalım da “İşi kolay kılalım, sevelim sevilelim zira bu dünya kimseye kalmaz" felsefesini müthiş bir sahne ve 11 enfes türküyle anlatan bu türkü müzikaline gelene kadar Fırat Tanış’ın yolculuğu nasıldı? Hatta nasıl başladı?
1975’te Zeynep Kamil Hastanesi’nde, iki terzinin üçüncü çocuğu olarak, normal doğumla dünyaya geldim.
Anne ve babanız terziyken mi tanışmış?
Hayır, bir arkadaşlarının düğününde tanışmışlar. Aslında hısımlar ve ikisi de Gürcistan kökenli. Bana da “Nerelisin?” diye sorduklarında “Köklerim Gürcistan’dan ama Kadıköy’de doğdum” diyorum. Babam usta terzidir. İkisi de Demiryolları’nda çalışıyordu. Tüm personelin üniformalarını onlar dikerlerdi; oradan da emekli oldular zaten. Hala da beraberler. Son derece sıradan bir ailemiz vardı.
Travmasız bir çocukluk mu geçirdiniz yani?
Travmasız çocuk olur mu? Süpermen’in bile travması var; mutlaka benim de vardır. O da yurdundan, gezegeninden edilmiş, Dünya’ya yollanmış evlatlık bir çocuk… Hatırladığım ilk anılar 80 darbesinde evimizin yakınlarında patlayan bombaların sesleri… Bu bile yeterince travmatik sayılır.
Aileniz aktivist miydi?
Siyasi görüşleri vardı ama aktivist değillerdi.
Siz hem müzisyen hem oyuncusunuz. Hangisi önce geldi?
Müzik epey erken başladı. Çalışan bir anne babanın çocuğu olduğum için erken yaşta kreşe verildim. Orada şarkı söylemeyi çok sevdiğimi fark ettim. Büyüyünce de devam etti, hatta lise döneminde harçlığımı çıkarmak için İstiklal Caddesi’nde barlarda çalardım. Ama tek başıma takılırdım, hiç müzik grubum olmadı. Kendi çapımda enstrüman koleksiyonum var. Çalmaya merakım var ama “Enstrüman çalıyorum” dersem ayıp olur gibi hissederim. Sadece tıngırdatıyorum ve söylüyorum.
Ya tiyatro?
O lisede başladı. Liseyi Mehmet Beyazıd Lisesi’nde okudum. Düz devlet lisesidir ama tiyatrosuyla ünlüdür. Aslında iyi bir öğrenciydim. İstemesini bilirim ama canım o müfredattaki dersleri istemek istemiyordu. Talep etmek istediğim şey konusunda iyi bir öğrenciydim ve sahnede olmak istiyordum. Orada kendimi mutlu hissediyordum. Ama tabii o zamanlar "Tiyatrocu adam para kazanamaz" diye bakılıyordu. Aileler de bu yüzden korkardı.
O yüzden konservatuvara girmek mühimdi. Aileye gösterilen bir hedefti. Bir mesleğin okulunu okumak ailenin de içini rahatlatır.
Şeytan çok karanlık görünseydi insanlar günah işlemeye bu kadar can atar mıydı?
Her hafta 180 dakikalık dizi çekiyorsunuz, ‘Gelin Tanış Olalım’da 80 dakika boyunca tek başınıza oynuyorsunuz. O kadar repliği nasıl ezberliyorsunuz Allah aşkına?
Anlayarak, kavrayarak ve odaklanarak! Bu bir odaklanma meselesi. Bir şeye odaklanmak kolay değildir ama sevdiğin işi yapıyor olmak odaklanma hızını ve kaliteni artırır.
Ben oyunculuğun şizofrenik bir meslek olduğunu düşünürüm. Siz her işinizde Fırat Tanış ile hiç alakası olmayan başka bir karakter oluyorsunuz, başka hayatlara izin veriyorsunuz ya da şu an durup dururken ağlamaya başlayabilirsiniz…
Siz her ağlayana inanır mısınız?
İnanırım.
Hahaha sizin için zor olmalı. Biz posta memurluğu yaparız. Bir takım adreslere gider, kapıyı çalarız. Kapının arkasındakiler ‘anılar cumhuriyeti’nin vatandaşlarıdır. Kapıdan çıkan anı, postacıya benzer bir duygu yaşandığında ne hissettiğini hatırlatır.
Ya kapıdan çıkanı hiç yaşamadıysa? Katili oynayacak biri mesela, içindeki katili bulamazsa?
Her davranışın temelde iki basit hareket noktası vardır: Ödül ve ceza. Bir olay seni ya mutlu eder ya da kötü hissetmene sebep olur. Her şeyi fiilen yaşamak zorunda değiliz. Kaybettiğin değerli bir yüzüğü bulduğunda ya da piyangoda büyük ikramiyeyi kazandığında benzer şekilde sevinirsin. Olaylar değişse de insanın kimyası değişmiyor.
Ama o zaman herkes oyuncu olabilir…
Olabilir ama herkes o karakteri farklı oynar. Oyunculuk; çalışma, merak ve ilgi ile ilgilidir. Oyuncunun çalışma alanı "Ben kimim?" sorusudur. Ben aslında şapkadan hep aynı tavşanı çıkarırım fakat izleyenler her gösteride şaşkınlıkla izler. Çıkan tavşanın aynı olduğuna dikkat etmezler. İllüzyon gibi…
Siz Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nden mezunusunuz. Siz bu kadar emek vermişken başka birinin sırf güzel ya da yakışıklı diye ekrana çıkarılmasına kızmıyor musunuz?
Kızmıyorum. İrade sahibi, konuya ilgili, odaklanan herkes oyunculuk yapabilir. Görmeyen, duymayan, bir organı eksik biri de oyunculuk yapabilir.
O zaman “Okumasaydım da bu kadar iyi bir oyuncu olabilirdim” mi diyorsunuz?
Bu konuda bir fikrim yok. Dört yıllık konservatuvar hayatımdan aklımda kalan 100 tane bilgi yok ama birini söyleyebilirim. Yıldız Kenter ile Venedik Taciri’ni çalışıyorduk. Ben de tüccar Shylock’u canlandırıyordum; çok kötü bir adamdı. Simsiyah elbiseler giydim, elime bir sopa aldım, sesimi çirkinleştirdim. Yıldız Hocam, “Fırat, şeytan bu kadar karanlık görünseydi insanlar günah işlemeye bu kadar can atar mıydı?” dedi. Bu bilgi çok kıymetliydi. Bu bilgi iyi ve kötü kavramıyla alakalı müthiş bir kapı açıyor.
Gelmiş geçmiş kimin hayatını oynamak isterdiniz?
Orhan Veli Kanık’ı oynamayı çok isterdim. Onların dönemi çok önemlidir. Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat edebiyat dünyasına uzaylı gibi indi. O dönem için muhteşemlerdi.
Peki, kiminle karşılıklı oynamak isterdiniz?
Bir hayvanla oynamayı çok isterdim. Oynayabileceğim herhangi bir hayvanla… Sokak köpeği de olur. Yıldız Kenter’in kediyle oynadığı bir filmi vardı. Ölmek üzere olan birini canlandırıyordu ve kedisini emanet edeceği birini arıyordu. Müthişti.
DUYAN GELSİN
‘Gelin Tanış Olalım’ tasavvufla çok içli dışlı bir oyun.
Ben oyunun tasavvufla ilgisini anlatamam. Kendimi ahkam kesmiş sayarım. Ben oyunun mesajıyla ilgileniyorum. Dayanışma, aşk, yol, kibir, tevazu gibi kavramlar üzerine bir tiyatro oyunu bu. Ve mesajı keskin; diyor ki: Hazine insanın içindedir; dışarıda arama. Başka insanlarla tanışmak, gözlerinin içine bakmak, açlığını tokluğu sormak bu yoldan geçer. Beni ‘Gelin Tanış Olalım’a iten bir takım teknik meraklar vardı. Anadolu Halk Müziği’nde müzikal yapmak istiyordum. İçinde türküler, deyişler, meseller olmalıydı. ‘Gelin Tanış Olalım’ mottosu bu fikrim için güneş gibi parlıyordu. Prof. Dr. Semih Çelenk’e gittim; o da Yunus’u rehber edindi yazarken… Yazdı ve yönetti.
‘Gelin Tanış Olalım’a kimler gelsin?
Dar bir grup için, muhalefet için, iktidar için, şucu ya da bucu için içerik üretmem. Bu işimin doğasına aykırıdır. ‘Gelin Tanış Olalım’a duyan gelsin. Kim neyi üzerine alınırsa alınsın. Oyun bir şeyi ya da birini eleştirmenin üslubuyla alakalı iyi bir örnek oluşturuyor. Hırsızı bile suçlamıyor. “Sende daha kıymetlisi vardı. Neden tenezzül ettin güzel kardeşim” diyor.
Bu oyun herkesle konuşabiliyor.
Hayatla ilgili konuştuğumuza göre sorayım: Siz doğmuş olmak ister miydiniz?
Çok isterdim. Hem de çok. Eşimin doğumuna girdim; doğmak müthiş bir şey. Kadın kusursuzdur. Doğurmak kusursuz bir olay. ‘Erkekleri Doğrama Cemiyeti Manifestosu’nda “Bir erkeğin yapabileceği en iyi şey bir kadını taklit edebilmektir” der.
Kadın olarak mı doğmak isterdiniz?
Hangi ülkede?
Türkiye’de.
Şu an bunu bilmiyorum ama doğmuş olmak muhteşem bir şey!
Kızınız Zeynep 4,5 yaşında ve dünya iyi bir yere gidiyor gibi görünmüyor. Bir baba olarak endişeli misiniz?
Kıymetli bir şey için endişe duymamız sağlıklıdır. Ama bu endişenin elimizi ayağımızı bağlayan bir engele dönüşmemesi gerekiyor. Çocuk yetiştirirken zilyon tane endişe var. Zaten anne baba olmak endişeli olmaktır. Baba olmadan önce baba olan arkadaşlarım bana bunun nasıl bir his olduğunu anlatmıştı. Anladığımı düşünmüştüm ama Zeynep doğduktan sonra anladım ki ben onları anlamamışım. Baba olmak yeniden dünyaya gelmek gibiydi. Bildiğim her şeyi tekrar gözden geçirme fırsatı yakaladım. Kendime çeki düzen vermem gerekti çünkü sağlıklı yaşamam gerekiyor. Kızımı çok seviyorum ve onunla daha uzun vakit geçirmek istiyorum.
İki kez evlenmişsiniz. Evlilik zor değil mi?
Evliliği sürdürmek bir karar... Zaten evlilik de toplumsal bir duyuru ve mülkiyetle ilgili.
Ama ben seviyorum; aileciyimdir. Merkezi hayatı severim. İki insanın birbirine tahammül etmesi elbette çok zor, kimse kusursuz değil. Arada sevgi bağı varsa tolerans göstermek kolaylaşıyor.
Ya sadakat?
İnsanın sadakat göstermesi gereken şey galiba kendisiyle kurduğu ilişki… İkili ilişkiler başlar ve devam edebilir, bitmeden devam edebilir, biterek devam edebilir, biter ve devam etmeyebilir. Ya da ilişkiler hiç başlamayabilir de… Bunlar sadece olasılık. Ama sadakat insanın kendine karşı ilkesel bir duruş ortaya koymasıdır. Kimse kimseyi birine aşık olduğu için suçlayamaz ki…
Sizin hayatınızın kor kelimesi nedir?
Hayatın kor kelimesi ‘odak’tır. Odaklanabilmek insanın becerisidir. Ve insan yararlı olmaya bağımlıdır.
44 yaşındasınız. Bence bir erkeğin yaşamının en güzel kısmı buradan sonra başlıyor.
Siz hayatınızın geri kalanını nasıl değerlendirmek istiyorsunuz?
Şaşırmamak beni rahatsız etmesin isterim. İnsan büyüdükçe hayat sıradanlaşıyor. Şaşırmayı çok isterim ama şaşırmazsam da bu bana koymasın isterim. İnsanlara benden sonra konuşacakları güzel anılar bırakmak isterim.
Ölümsüz olmak istiyorsunuz…
Bunu bir suçmuş gibi söylediniz. Ölümsüz olmak ister miydim? Bilmiyorum. Ama insan ölümle uzlaşmanın bir yolunu bulmalı. Dünya güzel bir gezegen ama gideceğiz. Hiçbirimiz bu gezegenden sağ çıkmayacağız.