Işıl CinmenGülseren Budayıcıoğlu: Ben şifayı evlerinize getiriyorum

HABERİ PAYLAŞ

Gülseren Budayıcıoğlu: Ben şifayı evlerinize getiriyorum

 

Gülseren Budayıcıoğlu, tanınan bir psikiyatr, çok okunan bir yazar ve hikayeleri, reyting rekorları kıran dizilere dönüşen başarılı bir anlatıcı… Çocuklukta yaşanan bir tacizin çevresinde şekillenen yedinci kitabı ‘Kırmızı Pelerin’i konuşmak için buluştuk. Diyor ki: “Psikiyatri çok pahalı bir bilim dalı ve buna ulaşabilen kişi sayısı çok az. Benim bu kitapları ve senaryoları yazmamdaki asıl amaç psikiyatrinin ulaşılabilir olmasını kolaylaştırmak… Şifayı evlerinize getirmeye çalışıyorum.”

Gülseren Budayıcıoğlu: Ben şifayı evlerinize getiriyorum

 

Hikayeleriniz milyonlarca insanı etkiliyor; başarınız tartışılmaz. Ancak bu başarının gerisinde süren etik bir tartışma da var çünkü siz bir doktorsunuz ve izlediklerimiz hastalarınızın gerçek yaşam öyküleri… Bu etik endişeye karşı cevabınızla başlamak isterim.

Haberin Devamı

Elinizi taşın altına koyuyorsanız eleştirinin doğal olduğunu da öğrenmeniz gerekiyor. Her iyi şeyin bedeli olur; bana da o bedeli ödetiyorlar. Bazı eleştirilere gülüp geçiyorum, bazen üzülüyorum.

Mesela İlber Ortaylı, adınızı anmadan sizi psikiyatri profesörü Engin Geçtan’la karşılaştırarak “Engin Geçtan’ın Hipokrat yemini vardı; hastası hastasıydı, dosyası kendisindeydi. Şimdi öyle günlere geldik hasta dosyalarıyla senaryo yazılıyor” dedi. Sizce hakkınızda etik kaygıları olanların haklı olabilecekleri taraflar var mı?

Bir eleştiriye karşılık bin övgü alıyorum; beni rahatlatan şey bu... İlber Ortaylı’yı çok severim ve takip ederim. Aynı yılda doğmuşuz, aynı yerlerde soluk alıp vermişiz, aynı dönemin çocuklarıyız. Onun gibi birinin eleştirisini anlamakta zorlandım ve üzüldüm. Yavaş yavaş üzülmemeyi öğreneceğim. Şimdi ben burada İlber Ortaylı’yla ilgili eleştiri yapsam bana yakışmaz.

O zaman doktor kimliğinizle ilgili içinizin tamamen rahat olduğunu söyleyebiliriz, değil mi?

Ben Hipokrat Yemini olan bir doktorum ve içim gayet rahat. Etik dışı bir iş yapmam söz konusu değil. Türkiye’de ve dünyada pek çok meslektaşım bu tür kitaplar yazıyorlar. Benden önce Irvin David Yalom vardı; ben onun kitaplarını okuyarak yola çıktım. Hastalarımın özel hayatlarına değinmiyorum, onları tanıtabilecek ipuçlarından özellikle kaçınıyorum. Düşünün, bir kitabı üç yılda yazabiliyorum. İşim o kadar zor ki hem hiç tanınmamalarını sağlayacağım hem o hikayeyi en iyi şekilde anlatacağım hem de terapi seansı vereceğim… Bunları yapmak hiç kolay değil. Üstelik hiç hata yapmadığım kanaatindeyim.

Haberin Devamı

Yazdığınız hikayelerin sahiplerinden “Benim hikayemi nasıl anlatırsınız!” gibi bir geri dönüş aldınız mı hiç?

Hiç almadım. Davam da olmadı çünkü böyle bir şey yapmadım. Ancak “İstanbullu Gelin’deki kız benim” diye kendini ortaya atan, hiç tanımadığım kişiler oldu. Bunlara hiçbir tepkim olmadı.

Gülseren Budayıcıoğlu: Ben şifayı evlerinize getiriyorum

 

TACİZ VE TECAVÜZ KAPALI KAPILAR ARDINDA KALMAMALI

420 sayfalık ‘Kırmızı Pelerin’ sizin yedinci kitabınız. Hem danışanlarınıza vakit ayırıyorsunuz hem kitap yazıyorsunuz hem senaryolarla ilgileniyorsunuz hem uyarlanan dizilerinizi izliyorsunuz… Bu nasıl bir üretme motivasyonu?

Kızım Yağmur anlatır; bir gün çok hastaymışım, “Allah’ım bir iyileşsem de keyifle çalışabilsem” demişim. Yağmur gülmekten yerlere yattı. Ben çalışarak ve birilerinin mutlu olduğunu hissederek mutlu oluyorum. Bana öyle güzel, iyi geri dönüşler geliyor ki üretmemem mümkün değil.  

Haberin Devamı

‘Kırmızı Pelerin’de küçükken tacize uğrayan bir kadının ve şiddet sarmalında büyümüş bir erkeğin ilişkisi anlatılıyor. Kitabı taciz ve tecavüz mağdurlarına armağan ettiniz. Bu kitap onlara ne söylüyor?

Bu kitap onları cesaretlendirecek. Onların daha cesur olmalarını istiyorum çünkü bu konuları konuşmadan çözemeyiz. Tecavüz de taciz de kapalı kapılar ardında kalmamalı, gizlenmemeli çünkü gizliliğin bedeli, mağdur için çok daha ağır oluyor. Mağdur olanların yanında olduğumuzu göstermeliyiz. Tacizciler ve tecavüzcüler yasaların verdiği cezaların ötesinde toplumdan da çekinmeliler.

TOPLUMU PSİKİYATRİYLE TANIŞTIRDIM

Psikiyatri pahalı bir bilim dalı ve buna ulaşabilenlerin sayısı az. Bu tabloda siz kendi rolünüzü nasıl görüyorsunuz?

Evet, psikiyatri çok pahalı bir bilim dalıdır. Buna ulaşabilen kişi sayısı çok az ve bir kere seansa gitmek hiçbir sorunu çözmez. Bu kitapları ve senaryoları yazmamdaki asıl amaç psikiyatrinin ulaşılabilir olmasını kolaylaştırmak… Şifayı evlerinize getirmeye çalışıyorum çünkü geçim derdindeyken psikolojinizi düşünemeyebilirsiniz. Ben toplumumuzu psikiyatriyle tanıştırdım. Amacım, izlenilen karakterlere verilen terapiler sayesinde iyileşme ihtimalleri yaratmak… Nitekim insanlar buna inanılmaz ilgi gösteriyor ve kendileri üzerinde çalışıyorlar. Ben de sonuna kadar onlar için çalışmaya varım.

 

HER ŞEY ONUR GÜVENATAM’IN TEKLİFİYLE BAŞLADI

Psikiyatriden televizyon dünyasına geçişiniz nasıl oldu?

2017 yılında ‘İstanbullu Gelin’ ile başladı her şey. Kırılma noktasındaki önemli isimlerden biri, yapımcı Onur Güvenatam. Onu eskiden beri tanırdım; genç, alanında yenilikler yapmak isteyen, yetenekli biri o... Onur Güvenatam’ın teklifi üzerine “Haydi bir deneyelim” dedim çünkü televizyon, dünyanın en etkili iletişim yolu.

 

PSİKİYATRİSTLERİ FALCILARA BENZETİRİM

KİŞİNİN GEÇMİŞİNİ BİLİYORSANIZ NEREYE GİTTİĞİNİ DE BİLİRSİNİZ

‘Kırmızı Pelerin’de anlatılan taciz ve şiddet Türkiye’nin yabancı olmadığı iki ‘kader motifi’. Tüm hikayelerinizde belli kader motifleri üzerinde duruyorsunuz. Nedir ‘kader motifi’ kavramı?

Herkes iyi şeyler yaşamayı hak eder, herkes değerlidir. Ancak bazıları geçmişin izlerinden kurtulamadığı için bir kere geldiği dünyada istediği hayatı yaşayamaz. Doğduğumuz evde bize neler öğretiliyorsa, bize kendimiz ve hayat nasıl tanıtılıyorsa biz kendimizi o zannederiz. Zihnimiz de alışkın olduğunu hiç değiştirmek istemez. Zihin, kötü bile olsa tanıdık yollarda yürümeyi daha güvenli bulur; oradan çıkmanıza izin vermek istemez. Halbuki motifi ve yolu değiştirmek mümkündür. Tekrar eden motifi görürsek neden bu yoldayız, neden mutsuzuz ve bunu nereye kadar değiştirebiliriz, bunları da görürüz.

Kader motifini teşhis ettiğiniz birinin 30 yıl sonraki halini de tahmin edebilirsiniz. Bir falcı gibi…   

Ben psikiyatristleri falcıya benzetirim. Çünkü bir insanın geçmişini biliyorsanız, bugün nasıl yaşadığını görüyorsanız, onun nereye gittiğini zaten bilirsiniz.

BİR KERE TERK EDİLEN HEP TERK EDİLİR

Mesela bir kere terkedilen biri, motifteki hatayı fark etmezse tüm ilişkilerinde terk mi edilir?

Birisi bir kere terk edilmişse muhtemelen hep terk edilecektir. Terk edilen, “Her şeyi doğru yaptım ama sonuçta ben terk edildim” diye isyan eder. Sonra “Bu kişi doğru kişi değildi. Bundan sonraki ilişkimde yine aynı davranacağım ama bu sefer yürüyecek” der fakat asla yürümez.

Neden?

İşte bu “Neden?” sorusunu kişi kendine sorabilse keşke... İnsan ruhu karmaşıktır. İlişkilerde doğru sandığımız birçok şey yanlıştır. Belki doğru olduğunu düşündüğünüz şeyleri yaptığınız için terk ediliyorsunuz. Kişi önce “Ben ne yapıyorum?” diye sormalı. “Neyi değiştireceğim?” sorusu sonra gelir.

BİLİNÇDIŞI, MİT GİBİDİR

Motifi nasıl değiştiririz?

Tekrar eden motifini bilirsen o zaman onu değiştirebilirsin de... 40 yıldır bu işi yapıyorum ve öğrendiklerimi öteki tarafa götürmek istemiyorum. Psikoterapiye gidemeyenler, okuyarak ve izleyerek kendilerini keşfetsinler istiyorum. Hikayelerimde bunu göstermeye çalışıyorum.

Motif kaç yaşında yaşadıklarımızla şekilleniyor?

İlk 6 yaşta ve ergenlikte pek çok şeyin etkisiyle bilinçdışı bir motif oluşturur. Hayatın kişiye getirdikleri ve kişinin hayata verdikleriyle oluşan keskin bir motif.

Bilinçdışını bir yer olarak anlatsanız, nasıl bir yer olurdu?

Milli İstihbarat Teşkilatı metaforu doğru olur çünkü bilinçdışı fişler bizi. Her şeyi kaydeder; yanlış bir şey yaparsan silinmez bir kalemle yazar. İnsanlar bazı anılara tahammül edemedikleri için onları buzdağının altına yani bilinçdışına iterler. Buz dağının görünen kısmı bilinç, alttaki devasa bölümüyse bilinç dışımızdır. Hayatımıza dair her şeyde bilinç dışının imzası var.

TÜRKİYE TOPLUMUNDA SAYGI EKSİK

Türkiye’yi terapi odasına alalım. Sizce bu toplumun en baskın ve en eksik duygusu nedir?  

Bizim insanımızın temel duygusu hüzündür. Mutluluğunun içinde bile hüzün vardır. Bu toplumda şiddet, taciz, tecavüz, kavga var. Bunlara rağmen toplumun karakterinin özünde sevgi, merhamet ve şefkat olduğuna inanıyorum. Eksik olan ise, saygı.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder