İskoç yazar Robert Louis Stevenson'ın yazdığı Dr. Jekyll ve Mr. Hyde adlı kısa romanı duymayanınız yoktur. Roman, insan ruhundaki iki farklı kişiliğin çatışmasını anlatır. Ferhat Albayrak da zıt görünen iki farklı yaşamı tek hayatta birleştirmiş biri. Gündüzlerini lüks otomobiller, takım elbiseler ve ciddiyet içinde geçiriyor. Geceleri ise DJ setinin başında, disko ışıklarının altında, onu izleyenleri kendinden geçirerek günü noktalıyor.
Bu kadar da değil, o aynı zamanda bir girişimci. Ultra lüks spor araçlar satan bir şirketin genel müdürlüğünden ayrılıp otomobiller için bir ‘yemeksepeti’ kurmaya karar vermiş. Bu şu demek, nasıl yemeklerimizi ve kıyafetlerimizi internetten alıyorsak arabaları da artık internetten alacağız! Otomobil almak istediğinizde bu siteye gireceksiniz, beğendiğiniz arabayı bulunduğunuz yere test sürüşü için çağıracaksınız ve her şey yolunda giderse anahtarınızı teslim alacaksınız. Yeni otomobilinizi güle güle kullanın.
Karşınızda ilginç hayatı ve yeni projeleriyle Ferhat Albayrak…
İstanbul elektronik müzik piyasasının önemli DJ’lerindensiniz, Türkiye’nin ilk uluslararası elektronik müzik şirketi Jeton Records’un kurucususunuz, iflah olmaz bir otomobil tutkunu, başarılı bir iş adamı, aynı zamanda prodüktör, girişimci, baba ve kocasınız! Ben sayarken yoruldum, bu nasıl bir yaşama tutkusu!
Evet, tutkulu bir insanım. Bu da küçüklüğümden geliyor. Babam sayesinde küçük yaşlarda otomobillere merak saldım. Babam bankacıydı ama otomobil tutkusu çok büyüktü. Hayatım boyunca her şeyi ezberlemeye çalıştım, hafızamı eğittim. Okuduğum hiçbir şeyi unutmuyorum. Özellikler otomobille ilgili olanları... 17 yaşındayken Auto Show dergisi çıkmaya başlamıştı. Dergide Türkiye’ye Ferrari distribütörlüğü geleceğine dair bir haber okudum. Kafayı yedim.
Favoriniz Ferrari miydi?
Çocukken Ferrari gördüğümde arkasından koşardım, Türkiye’de yok denecek kadar azdı. Dergideki haberi görünce hemen telefon ettim. Kendime iş görüşmesi ayarladım. O zamanki genel müdür beni çok sevdi. “Showroom’da oturmaya başla bakalım” dedi. Görevim insanların Ferrari almalarını sağlamaktı. Ferrari amblemli kartvizitim vardı. Bu benim için inanılmaz bir mutluluktu. Birkaç ay sonra Auto Show fuarı oldu. Büyük bir sükse yaptık. Kısa zamanda ticari başarı elde ettim ve beni yurt dışına gönderdiler.
Başarınızın sırrı neydi o yaşta?
Hafızam. İnsanlar, arabayla ilgili sordukları her sorunun cevabını fazlasıyla alıyordu ve bu hoşlarına gidiyordu. Sadece altı ayda bir senelik satış kotasını doldurmuştum. Böyle olunca beni Modena’daki Ferrari’nin fabrikasına uluslararası bir bayi toplantısına gönderdiler. Toplantıda Ferrari’yle ilgili bir bilgi yarışması yapıldı. Ben dünya ikincisi oldum. Birinci olan da 65 yaşında İsviçreli bir adamdı. Altı yıl kadar orada çalıştım. Ayrıldığımda 23 yaşındaydım.
11 AY DAĞDA YAŞADIM HAYATA BAKIŞIM DEĞİŞTİ
Hayli etkileyici… Nasıl bir çocuktunuz, karakteriniz nasıldı?
Ben Saint Michel mezunuyum. Arkadaşlarımı gömlek markasına göre seçerdim, Ralph Lauren giymeyenle sohbet etmezdim. Rolex saat takanların iyi adam olduğunu düşünürdüm. Babam Galatasaray, annem, halam ve yengem de Robert mezunu. Ben böyle bir dünyada yetiştim.
O çocuktan bu adamın çıkması için sağlam bir kırılma noktasına ihtiyaç var gibi…
Evet. O kırılma noktası Şırnak Uludere oldu. Bir dizi olay neticesinde askerlik için tecilimi öne çektik. Meğerse tecili öne aldırmak komando olabileceğin anlamına geliyormuş. Şırnak Uludere’de 11 ay dağda yaşadım. Haftanın altı günü dağda yatıyordum. 15 kişilik ekibim vardı. Hayatımda elime silah almamış olmama rağmen çok iyi atışlar yapıyordum ve ekibi motive ediyordum. Bu dönem bana insanları yönetme kabiliyeti ve hiç bilmediğim bir ortamda hayatta kalabilme tecrübesi kazandırdı. Döndüğümde hayata bakışım tamamen değişmişti.
Dönünce ne yaptınız?
TOFAŞ’ta satış müdürü olarak işe yeniden başladım. 11 sene sonunda TOFAŞ’tan ayrıldım. S&S Motors’un başına geçtim. Türkiye’nin en büyük ikinci el lüks otomobilleri satan, yılda 500 milyon TL’ye yakın cirosu olan bir firmaydı. Orada beş yıl boyunca çalıştım ama geleceğin internette olduğunu gördüğüm için Minoto start-up’ını başlattım. Sektörün dijitalleşmesine katkıda bulunmak istedim. Şirketi, insanlar evlerinde otururken istedikleri arabayı ayaklarına getirebilsinler diye kurdum.
Bunun dünyada başka örneği var mı?
Bizim kurguladığımız şekilde yok. Türkiye’de tekiz. Dünyada çok az marka online satış yapıyor. Ama eninde sonunda herkes online satışa dönecek. İnsanlar nasıl artık yemeklerini ve kıyafetlerini internetten alıyorsa arabalarını da internetten almaya başlayacaklar.
Nasıl olacak?
Altyapısı hazır. Elimizde 80 bin liralık araba da var, 7 milyon liralık Rolls-Royce da.
Arabayı bulunduğunuz yere test sürüşü için çağırabiliyorsunuz. Hatta araba hafta sonu bile sizde kalabiliyor.
Hedefiniz nedir?
İlk yılın sonunda iki bin arabanın stokta olmasını istiyorum, şu anda 850 araç var. Online satış henüz başlamadı. Bayileri gezmeden istediğiniz arabanın gerçek fiyatını görüyorsunuz. Online satışı başlatınca istediğiniz otomobil kapınıza gelecek ve test sürüşü yapabileceksiniz. Arabayı yine bayi satacak. Biz ‘yemeksepeti’nde olduğu gibi komisyon vereceğiz. Bayinin yakalayamayacağı müşteriyi kapısına getirmiş oluyoruz. Cihangir’de açılan bir lahmacuncu ‘yemeksepeti’ne girmezse Kurtuluş’tan sipariş alamaz. Aynı mantık.
HERKES BANA ‘NE KULLANDIN’ DİYE SORUYOR OYSA İÇKİ BİLE İÇMİYORUM
Gelelim Mr. Hyde’a. Müzik serüveniniz nasıl başladı?
Elektronik müziği keşfetmemle birlikte plak koleksiyonculuğu yapmaya başladım ve evde kendi kendime çalar hale geldim. Evde partiler düzenliyordum. Bir gün bir kulübe gitmiştik, “Ben bu DJ’den daha iyi çalarım” dedim. Hemen kulüplere ve radyolara başvurdum. Birine kabul edildim.
Hayli girişimci birisiniz!
Bir çiçeği sevdiysem o çiçeğin üretimini öğrenmek ve satışını yapmak isterim. O çiçeğin fanı olmak istemem. Olayın içinde olmak isterim. Beyoğlu’nda ilk açılan kulüplerden birinde resident DJ olmaya başladım. Radyolarda, büyük davetlerde, daha büyük davetlerde çalarken iş büyüdü. Prodüksiyon yapmaya başladım. Yurt dışındaki DJ’lerle tanışmaya başladım. Bu işin en büyüklerinden olan Carl Cox’la tanıştım. İki kez Ibiza’da çalmamı sağladı.
BEN MÜZİĞİ SEVİYORUM, MÜZİĞİN ETRAFINDAKİ HİÇBİR ŞEYİ SEVMİYORUM
Kafanızın işleyiş şeklini anlamak için soruyorum: Carl Cox’la nasıl tanıştınız?
Miami’de Ultra Music Conference’da çalıyordu. Backstage’e girmenin bir yolunu buldum. Herkes Carl Cox’la fotoğraf çektiriyordu ve ona ne kadar hayran olduklarını anlatıyorlardı. Ben ise CD’lerimi yanımda götürmüştüm. Yanına gidip “Merhaba, ben Ferhat. İstanbul’dan geliyorum. Bu benim müziğim. Dinler misiniz?” dedim. “Teşekkür ederim. Mutlaka dinleyeceğim” dedi ve gitti. İletişim adreslerim CD’de vardı ama o arada ondan da mail adresini aldım. Dört ay sonra mail geldi. Parçayı çok beğenmiş ve Ibiza derlemesine eklemek istemiş. Carl sonra bana “Herkes benden imza ve fotoğraf istiyordu. Sen bana müziğinle geldin ve bu benim çok dikkatimi çekti” dedi. Senede minimum iki kez görüşmeye başladık... Carl’ın plak şirketinden parçalarım çıkmaya başlayınca dünyanın başka önemli DJ’leri de çalmaya başladı.
Otomobille müzik arasında bir orantı kurarsak, sizin için hangisi ön planda?
İkisi de! Bir ağır bassaydı, diğerinden vazgeçmiş olurdum.
Görünüşünüz daha çok bir iş insanına benziyor, DJ’e değil…
Ben müziği seviyorum. Müziğin etrafındaki hiçbir şeyi sevmiyorum. Uyuşturucu, gece hayatı, dövmeler gibi... Onlar bana göre sadece kalıplardan ibaret. Dinlediğiniz şey beyinden geçiyor. Ben müziğimi çalarken herkesten daha büyük kafayı yaşıyorum. Herkesten daha yukardayım. Herkes bana “Ne kullandın” diyor. Herkesin hayatı kendine ama bu işin uyuşturucuyla paralel olduğunu düşünmek saçmalıktır. Ben hayatım boyunca sigara içmedim. İçkinin de ne tadını ne kafasını severim.
Çevreniz bu iki uçlu kişiliğinizi nasıl karşılıyor?
Otomobil ve müzikte iki farklı çevrem var ve hepsiyle yakın arkadaşız. Farklı kültürden insanlarla bir araya gelmek beni doyuruyor. Bugün bir müzisyenle konuşurken o beat’in nasıl yapıldığını öğrenirim. Yarın otomobil için batarya kimyasında kobaltın önemini öğrenirim. Hepsi beynimi besliyor. Otomobil dünyasında DJ’lik yaptığımı duyanların yarısı inanmıyor. Onu bırak eşim beni tanıdığında DJ’lik yaptığımı görünce benden ayrılmak istedi. Korktu.
Hahaha. Çocuğunuz var mı?
Dört ve yedi yaşlarında iki çocuğum var. Pazar günlerimi tamamen onlara ayırırım. Başka hiçbir şey yapmam.
ŞANS DİYE BİR ŞEY YOK, FIRSAT VE HAZIRLIK VAR
Çalışırken müzik dinlemiyor muşsunuz, doğru mu?
Çünkü konsantrasyonum bozuluyor. Konsantre olmak işi yapmak için önemlidir. Otomobille uğraşırken arkada müzik çalsa o müziğin içine girmeye çalıştığım için kafam oraya doğru gidiyor.
Başarılı bir iş insanı olarak insanlara başarının formülü için ne önerirsiniz?
Bilgi, network, çok çalışmak. Bilgi sahibi olduğunuzda karşınızdaki insanı etkilersiniz ve size saygı duyar. Şu anda bilgiye ulaşım çok kolay ama akılda tutmak kolay değil. Bilgi konusunda uzmanlaşmanız gerekiyor. Dünya çapında bilgi sahibi olmak çok önemlidir. Türkçe değil İngilizce konuşun. Bir iş yapmak için en önemli şey network’tür. O da ayrı mesele... Fedakarlık da çok önemli. Hayal kurmak yetmiyor. Çok çalışmanız gerekli. Herkes uyurken, sigara içerken, gezmeye giderken sizin çalışmanız lazım. Bence şans diye bir şey yok; fırsat ve hazırlık var. Fırsatla hazırlığın birleşimi şanstır. Carl Cox’a ulaşmam bir fırsattı ama CD yapmam hazırlıktı. Ona götürdüğüm parçayı yapmak için iki yıl çalıştım.
ÜST DÜZEY KİMSENİN BOŞA HARCAYACAĞI VAKTİ YOKTUR
Siz satış müdürüyken Ferrari’nin başkanı Luca Cordero di Montezemolo Türkiye’ye geldiğinde şirketteki konumunuzu söylemeden ona şoförlük yapmışsınız. Neden?
Onunla beraber olmak benim için çok büyük bir onurdu. Luca Cordero di Montezemolo, o dönem İtalya’da cumhurbaşkanından daha büyük bir forsa sahipti. O dönemki TOFAŞ’ın CEO’su Alfredo Altavilla bu konuda bana güvendi. Üç gün boyunca vakit geçirdik. Arabaya geliyordu. “Hoş geldiniz” diyordum. Arkaya oturuyordu ve sadece telefonla konuşuyordu. Son gün lansman için showroom’a gittiğimizde Alfredo Altavilla ona “Bakın bu da bizim satış müdürümüz, zaten tanıyorsunuz” dedi. Montezemolo “Nasıl yani! İnanamıyorum” dedi. Sonra dönüş yolunda arkaya değil, öne oturdu. 20 dakika boyunca ona hayatım boyunca Ferrari’yle ilgili yaşadığım tutkuları, bilgileri onunla paylaştım. Sonra görüşmeye devam ettik. Ben kartvizitlere ve koltuklara inanmam. Nerden biliyorsunuz bir genel müdürün altındakinin üstüne basarak oraya gelmediğini? Genel müdürseniz çok bilgili olmanız lazım. Ben müzik ve otomobil konusunda çok bilgiliyim. Bir cümleden o insanın konuştuğu konuda bilgili olup olmadığını anlayabilirsiniz. Montezemolo ve Carl Cox da öyle insanlardır. Üst düzey kimsenin boşa harcayacak vakti yoktur.
Kaç yaşındasınız ve bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz?
42 yaşındayım. Şu ana kadar yapmak istediklerimin yüzde 10’unu bile yapmadım. O yüzden daha yapacak çok iş var. Artık kısa süreli planlar yapıyorum. Sadece 2020’de ne yapacağımı planlıyorum.