Bugün 15 Mayıs Dünya İklim Günü. Dünya’nın sağlık durumu hakkında detaylı bilgi almak üzere çevre aktivisti Ömer Madra’ya bağlandım. Ona “Henüz zamanımız varken ne yapmalıyız?” diye sordum çünkü ‘gelecek’ geldi çattı. Sorun bugün yaşanıyor, çözümü de bugün bulmak zorundayız. Bulmazsak ne mi olur? Madra’nın dediği gibi; Yahya Kemal’in ağzından şu sözleri mırıldanmak durumunda kalırız: “Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç. Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç…”
Açık Radyo (94.9) genel yayın yönetmeni, programcısı, kurucusu ve çevre aktivisti olan Ömer Madra, Robert Kolej'den sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni birincilikle bitirdi. Aynı fakültenin Uluslararası Hukuk kürsüsünde 13 yıl öğretim üyeliği yaptı ve doktora tezini ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Bireysel Başvuru Hakkı’ üzerine verdi. Gazete ve dergilerde yayın yönetmeni, yazar, editör olarak çalıştı. Bilgi Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk dersleri verdi. Yayınlanmış kitapları arasında Migrant Workers and International Law (Ankara, 1985), Romanımla Sana Bir Ses… (Remzi Kitapevi, 1991) Rüzgâra Karşı-1 (1996) ve Rüzgara Karşı-2 (2001), Küresel Isınma ve İklim Krizi (Ümit Şahin sordu-Madra yanıtladı/2007), Açık Yeşil - Teorisi ve Pratiği ile Bir Ekoloji Rehberi (Ömer Madra, Ümit Şahin–Can Yayınları, 2019) yer alıyor.
15 Mayıs 2020 itibarıyla Dünya’nın sağlık durumu nedir?
Dünya İklim Günü’nde bu sorunuza ‘4-G’ teknolojisine uygun bir cevap verecek olursam, şu 4 kelimeyi öne sürebilirim: Gezegenin Geleceği Gitti Gidiyor. Hem de haraç mezat! Son zamanlarda uluslararası bilim aleminden neredeyse yekpare olarak muazzam sayıda açıklama, araştırma ve yayın geliyor önümüze. Yalnız insanlık için değil, tüm canlılar alemi için kelimenin her anlamı ile can alıcı önem taşıyan bu bilgiler bütününe bir göz atmak, beraberce içinde bulunduğumuz durumun vahametini göstermek için fazlasıyla yeterli olacaktır.
Lütfen bize anlatın.
Yeryüzünün iklim konusunda tartışmasız tek yetkili uluslararası bilim kuruluşu olan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), bundan bir buçuk yıl kadar önce bir rapor yayımladı. ‘1.5 Derece’ başlığını taşıyan kapsamlı bilimsel raporun yönetici özetinde bilimin o soğuk ve nesnel diliyle de olsa resmen ‘kıyametin eşiğinde’ olduğumuz ifade ediliyordu.
Neden bu kadar keskin bir ifade seçilmiş?
Çünkü bu özel rapora göre dünya, endüstri çağına, yani 200-250 yıl öncesine göre 1.1 derece ısınmıştı ve gittikçe artan bir hızla ısınmaktaydı. Eğer radikal tedbirler almazsak, dünya ülkelerinin tümünün tarihte belki de ilk kez bir araya gelip üzerinde fikir ve amaç birliği yaptığı 2015 Paris İklim Anlaşması’ndaki ana hedefi tutturmak zorlaşacaktı. Anlaşma, 1.5 derecelik sıcaklık artış tavanını aşmamak için yaklaşık 10 yılımız kaldığını söylüyordu.
Önlem almak için 8 yılımız var, yoksa hapı yuttuk
Yani söylediklerinize göre Dünya epey hasta, doğru mu?
Rapora göre Dünya fena halde hasta; acayip ateşi çıkmış, adeta hummaya yakalanmış. IPCC özel raporunun tarihi Ekim 2018. İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg de geçen sene Davos Dünya Ekonomi Konferansı toplantısında yaptığı konuşmada, küresel sera gazı salımları azaltılmayıp bu seviyede kaldıkça, kalan karbon bütçesinin 8 yıldan az bir sürede tükeneceğini söyledi. Yani IPCC kurulundaki bilim insanlarının raporuna bakılırsa 8 yılımız bile kalmadı. Önlem almak için çok az vaktimiz var.
Bu süreçte ülkeler ne yaptı?
Hiçbir ülke elle tutulur bir şey yapmadı. ABD hükümeti Paris Anlaşması’ndan çıkacağını açıkladığı gibi, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 10 ülke de, Paris Anlaşması’nı meclislerinden geçirip onaylamayı bugüne kadar gerçekleştirmedi.
Doğa kanunlarıyla kavga edemezsiniz, daima onun dediği olur
Yani kıyamete 8 yıl gibi bir şey kaldı!
Evet. Dolayısıyla, insanlığın, özellikle de Greta Thunberg’in başını çektiği dünya çocukları ve gençlerinin, dünya liderlerinden tek ve değişmez bir talebi var: Fosil yakıtları bırak, sera gazı salımlarını 10 yıl içinde yarı yarıya azalt, 20 yıl içinde de sıfırla! Eğer dünyanın ateşininin yükselmesini 1.5 derecede sınırlamak, onu mahvolmaktan kurtarmak istiyorsan!
Ya yapmazlarsa? Bundan sonrası ne olur?
Lirik şair Yahya Kemal’in ağzından şu sözleri terennüm etmek durumunda kalırız: “Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç. Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç…” Şunu da eklesek iyi olur tabii: ‘Gitti gidiyor!’dan farklı olarak burada ‘el sıkışıp fiyatta anlaşmaya varmak’tan söz edilemez. Zira, en azından ortaöğrenim sıralarında biraz dirsek çürütmüş olanlarımızın gayet iyi bildiği gibi, doğa kanunları ile asla pazarlık edilemez. Fizik, kimya ve biyoloji ile kavga edemezsiniz. Daima onların dediği olur! Siz de olsa olsa gülünç, hatta zavallı olursunuz.
Bu 'son fasıl'da Toprak Ana'nın konuştuğu dili hatırlamak zorundayız
Doğanın dilini nasıl öğrenebiliriz? O nece konuşuyor?
Doğa, doğa olduğundan beri evrenin dilini konuşur. Hepimiz, doğuştan öğrenmemiz, derhal içselleştirmemiz, sonra da ömür boyu yalnız onu konuşmamız gereken bu evrensel dili unutuverdik. İşte bu “Son fasıl”da kâinatın konuştuğu dili hatırlamak zorundayız. Hem de hemen.
Nasıl unuttuk onu?
Birdenbire. Kömürün keşfinden ve buhar makinesinin icadından itibaren 200 yıl gibi ‘bir anlık’ süre içinde bu dili unuttuk. Bunu nasıl unuttuğumuzu düşünmek zorundayız. Binlerce yıl kullandık onu... Son buzul çağı sonunda ılıman iklime kavuşup artık durmadan göç etmekten kurtularak medeniyeti oluşturduğumuz o 10-11 bin yılın dilini unuttuk...
Görünüşe bakılırsa doğanın dili, insanın anadili olmalıydı...
Öyle. Anadilimizi, yani ‘Toprak Ana’ dilimizi bütünüyle hatırlamamız gerekiyor. Ne var ki, bunu yapmak için en fazla 8 yılımız var. Yani hemen hatırlamalıyız!
8 yıl gibi kısa bir zamandan bahsediyorsunuz. Kanıtlar neler?
2020, yılın ilk 4 ayında gelmiş geçmiş en sıcak yıl olma adaylığını kesin şekilde ortaya koydu. Sibirya gibi soğuk buzlu yörelerde görülen muazzam yangınlar, aynı zamanda son iki yıldaki yangınlar... Yani kutuplardan Kaliforniya’ya, Avrupa’dan Avustralya’ya Dante’nin inferno’sunu aratmayan en büyük yangın mevsiminin habercisi olacağını gösteren haberler gırla gidiyor. Dahası, aşırı sıcak dalgaları ile aşırı nem artışlarının dünya yüzünde, Asya, Afrika, Avustralya, Güney Amerika ve Kuzey Amerika olmak üzere 5 kıtada yayıldığını gösteren binlerce olayı uydularla tespit etmiş yeni bilimsel araştırmalar yağıyor.
Başka neler var?
Son 40 yılda ölümcül nem ve sıcak dalgalarının sayısı da, yoğunluğu da en az iki kat arttı. İnsan hayatı olduğu gibi, birçok yeryüzü canlısının, özellikle insanların ve hayvanların beslenmesini mümkün kılan tozlamayı (polinasyon) gerçekleştiren arılarla diğer böceklerin sayısında görülen müthiş azalma da ayrı bir facia.
Thunberg 'Mücadeleye devam' diyor
Yıllardır bu konuyla ilgilenen bir iklim aktivisti olarak sizin umudunuz var mı?
Küresel ısınma, ‘bardağı taşıran damla’ ya da ‘devrilme noktası’ diye adlandırılan ölümcül noktaya çok yaklaştı. Bu bilgi, saygın bilimsel yayınlarda yer alıyor. Umuda gelince... Tabandan doğan ve hızla yükselen iklim aktivistlerinin bütün dünyaya yayılarak siyasi karar alıcıları kuvvetle zorlaması en önemli umut. Greta Thunberg ve diğer genç iklim aktivistleri, “Bu daha başlangıç” diyor. Covid-19 nedeniyle süren karantinalar biter bitmez, mücadeleye bıraktıkları yerden daha da güçlü bir şekilde devam edeceklerini net bir dille söylüyorlar.
Ya doğayla birlikte kendimizi de kurtarırız ya da açlıktan mahvolur ve yok oluruz
Covid-19’a gelelim... Pandemi sebebiyle hayatlarımız ani ve dramatik şekilde değişti. Dünya bizden nasıl bir bilinç değişikliği talep ediyor?
Saygın bilim dergilerinde peş peşe yayınlanan önemli araştırmalarda ‘doğaya kaygısızca ve saygısızca’ yaklaşılarak yapılan uygulamaların derhal sona erdirilmesi çağrıları bilim insanları tarafından olabilecek en açık seçik dille ortaya konuyor. Artan doğa yıkımları yüzünden Covid-19 benzeri korkunç ölümcül pandemilerin sayısının artacağı belirtiliyor.
Nedir bu doğa yıkımları?
Maden, kereste, arazi için girişilen kesilen ağaçlarla bir faciaya dönüşen ormansızlaştırmalar... Tarım arazisi olarak kullanılmak üzere kurutulan sulak alanlar ve bataklıklar... Madenler için kazılan, zehirlenen ve altı üstüne getirilen dağlar ve yaylalar... Ya da evler, gökdelenler, dükkânlar, AVM’ler, yollar yapmak için yok edilen ekosistemler... Bunların ancak yeni pandemilere yol açacağı araştırmalarda açıkça ortaya konuyor.
Bu yıkımların sadece doğaya değil bize, yani insana da zarar verdiğini anlamamız için daha ne gerekiyor? Çünkü açıkça görülüyor ki doğa hala çoğunluğun umurunda değil...
California Üniversitesi epidemiyologlarından Tierra Smiley Evans’ın, Myanmar’da hızla kesilip tüketilen ormanlar konusundaki gözlemlerinden bahsedelim... Çevresel stres ile insan sağlığı arasındaki bağlantının Covid-19 pandemisi ile iyice açığa çıktığını belirten Evans şöyle diyor: “Umuyorum ki, bu korkunç trajediden çıkacak en olumlu sonuçlardan biri, ormana davranış biçimimiz ile kendi iyilik ve sağlığımız arasındaki kopmaz ilişkiyi idrak etmemiz olacak. (…) Bu, ilişki gerçekten sağlığımızı etkiliyor. Bu sadece yaban hayatını ya da çevreyi koruma meselesi değil. Onun çok ötesinde...”
Yani sözün özü...?
Sözün özü... Ya kendimizi, doğamızla birlikte kurtarma yolunu seçeriz ve bunun için siyasi liderleri etkilemek için var gücümüzle mücadele ederiz ya da salgınlar, çatışmalar, savaşlar, göçler, açlık ve kıtlıktan mahvolur, kendimizle birlikte birçok canlı türünü de kitlesel yok oluşa sürükleriz. Karar bizim. İklim günümüz kutlu olsun.