‘Recep İvedik 6’ dün vizyona girdi. Türkiye sinema tarihinin en çok izlenen ve hasılat yapan karakterini, yaratıcısı Şahan Gökbakar ve serinin yönetmeni Togan Gökbakar ile konuştuk.
Recep İvedik sizce kim?
Şahan Gökbakar: Recep İvedik bir komedi filminin komik bir kahramanı fakat hakkında gereksiz spekülasyon yapılıyor çünkü büyük bir kitlenin ilgisini çekiyor. İnsanlar neden bu kadar izlenildiğinden başlayıp neden bu kadar sevildiğine kadar irdeleyip duruyor. “Bunun sosyolojik bir nedeni olmalı” diye fikirler üretiliyor…
Çünkü Türkiye’de 27 milyon seyirciye ulaşan başka bir sinema karakteri yok. Sosyolojik bir karşılığı olmalı…
Ş.G: Herkesin farklı bir şeyini karşılıyor. Sizce ne?
O, ORTALAMA TÜRK ERKEĞİNİN BİR MİZAHI
Recep İvedik Güngörenli, eğitimsiz, aşırı, -aşırı kilolu, aşırı kaba, aşırı rahat- normlara uygunsuz hareket eden biri. Toplumun diğer katmanlarıyla ilişkiye geçince de onlarla kendince dalga geçiyor. Mesela bir CEO’nun ensesine vuruyor, yoga sınıfını birbirine katıyor… Yaptıklarının bir sonucu ya da karşılığı da olmuyor. Bu bir rövanş duygusu yaratıyor olabilir.
Ş.G: Bunlar Recep’in bir yanı… Başka özellikleri de var; mesela delikanlı, dürüst, parada pulda gözü yok. Babaannesinden kalan 300 TL’yle yaşayan bir insan. Bir cüzdan bulunca Antalya’ya sahibine götürecek kadar iyi yürekli. Aynı zamanda milliyetçi ve vatansever bir yanı var.
İstemeden de olsa milli takımın başına bir şey getirdiğinde “Gerekirse kendimiz yarışırız” deyip olimpiyatlara katılacak kadar vatanını seviyor. Kazanmak için her türlü legal, illegal oyunu yapıp amacına ulaşmaya çalışan bir yönü de var. Bir çocuk kadar laflarını seçmeden konuşur, kurala ve toplumsal normlara uymadan başına buyruk takılır.
Zaman zaman da iğrençleşiyor. Çok yönlü bir karakter olduğu için toplumdaki birçok karakteri karşılıyor. Recep İvedik, genelin gördüğü, bildiği, aşina olduğu, ortalama Türk insanının bir mizahı. Bu yüzden çok fazla insanı çekiyor.
Seriyi hiç izlemeyen, mesafeli duran hatta bu filmlerden nefret ettiğini söyleyen bir kesim de var.
Ş.G: Seven, sevmeyen, izlemeyen olabilir ama nefret edenler bana çok normal gelmiyor. Ben hayatımda bir film karakterinden nefret etmedim. Bu insanlar birçok şeyden nefret ediyor olmalı, belki yaşadıkları ortamdan da nefret ediyorlardır. Varoluşlarını nefret etmekle tanımlayan insanlar bunlar…
Togan Gökbakar: Nefret uç bir his. Sevmediğin bir yemekten nefret etmezsin değil mi? Sadece yemeyi tercih etmezsin. “Bamyadan nefret ediyorum” demeyiz.
Ş.G: “Bamya yemiyorum çünkü sümüksü” filan denir. Ha ama bu bamyanın umurunda mı? Bamya yine bamya...
KENDİMİ GEÇEBİLECEK KİŞİ YİNE BENİM
Bir önceki film 7,5 milyon izlendi. Bu sayı üzerinizde baskı yapıyor mu?
Ş.G: Bir önceki film 7,5 milyon yaptığı için bu filmde gişe 6 milyon olsa kötü mü hissetmem gerekiyor?
Bilmiyorum, soruyorum.
Ş.G: Ben üzülmem çok da mutlu olurum. Türkiye’de 6 milyonu geçmiş kaç film var? Üç ya da dört film var. 7,5 milyonluk film de bana ait olduğu için sıkıntı yok. Kendimi geçemezsem yine kendim tarafından geçilmiş olacağım.
BAŞKASININ YAZIP YÖNETTİĞİ FİLMDE OYNAMAM
‘Gökbakar kardeşler’ olarak kendinizi Türkiye sinemasında nereye koyuyorsunuz?
Ş.G: Bir yere koymuyoruz. “Türk sinemasında acaba neredeyiz” diye düşünmedik hiç. Hoşlandığımız tarzda filmler yapmaya çalışıyoruz. Romantik komediler, komik hikâyeler...
Komediden çıkmanız mümkün mü?
T.G: Bizi heyecanlandıran bir proje olursa neden olmasın ama şu anda yok. Şahan zaten bir komedyen.
Siz oyuncusunuz. Bir dramda oynayamaz mısınız?
Ş.G: Ben Bilkent Üniversitesi tiyatro mezunuyum. Bana ne rol verilirse oynarım. Ama ben ciddi bir rol oynarken insanlar gülerse hoşuma gitmez. Bozuşuruz. İyi çalışmam gerekir. Kendimi denemek için farklı roller oynayabilirim.
Neden yapmadınız hiç?
Ş.G: Biz artık işin keyfe keder kısmındayız. Bize emekli albay gibi bak. Yazlığa gidiyoruz, sahilde yürüyoruz. Belki “Bakalım ağlatabiliyor muyum” diye merak edip dram yapabilirim ama şimdi değil.
Başkasının yazıp yönettiği bir filmde oynamaya cesaret edebilir misiniz?
Ş.G: Daha önce oynamadım. Öyle bir talep de gelmedi. Belki kendi kendilerine düşünüp “Oynamaz bu” diyorlardır.
Peki, oynar mısınız?
Ş.G: Oynamam. Okulda da Anton Çehov’un oyununu oynardık. Ben onun yazdıklarını da söylemezdim. Ne demeye çalıştığını anlayıp doğaçlama yapardım. Bizim hocalarda genelde Gürcü’ydü ve adamın yazdıklarını söylüyorum zannediyorlardı. (Gülüyor)
YÖNETMENLİĞİ SEVMEDİM
Doğaçlama sizin işlerinizde önemli bir yerde duruyor. Yasemin Sakallıoğlu da yönetmenliğini yaptığınız ‘Zengo’ filmini anlatırken, “Genelde yönetmenler doğaçlama istemez ama Şahan Bey beni rahat bıraktı. O yüzden çok iyi bir iş oldu” dedi…
Ş:G: Aslında tüm hayatımız doğaçlama. Şimdi bile öyle değil mi? Yani röportaj yapacağımız belli ama nasıl gelişeceği tamamen doğaçlama. Anlık durumlara tepki verebilen oyuncular doğaçlama yapmayı sever. Togan benim yönetmenim, beni rahat bırakıyor. Ben de Togan’dan gördüm, Yasemin’i rahat bıraktım.
Şubat 2020’de vizyona girecek ‘Zengo’da ilk defa yönetmen koltuğuna oturdunuz. Nasılmış yönetmen olmak?
Ş.G: Çok sevmedim. Pek benim yapabileceğim bir şey değilmiş. Yaptım ama bundan sonra yapmam.
OYUNCULUK EĞİTİMİNİ ÖNEMSEMİYORUM, HATTA EĞİTİMLİ OLMAMAK DOĞAL ROL YAPMAYA SEBEP OLUYOR
Filmlerinizde tanınmış oyuncular kullanmıyorsunuz?
Ş.G: Karakterin etrafındaki dünyayı oluşturmaya çalışıyoruz. Recep İvedik’in dünyasında tanınmış bir oyuncu kahveciyi oynasa garip gelmez mi?
Sokakta denk geldiğiniz birinden etkilenip filmde oynatır mısınız?
T.G: Zaten Şahan Bey çevresinden komik bulduğu, sevdiği insanları birkaç filminde oynattı.
Ş.G: Oyunculuk eğitimini önemseyen biri değilim. Rol yapabiliyorsa eğitimli olması gerekmiyor. Hatta eğitimli olmaması doğal rol yapmasına sebep olacağı için yardımcı oyuncuları böyle seçiyorum.
Bilkent Üniversitesi Tiyatro mezunu eğitimli bir oyuncu olarak bunları söylemeniz tuhaf değil mi?
Ş.G: Eğitimin çok da önemli olduğunu düşünmüyorum. Eğitim, oyunculuğu nerede yaptığınla ilgili; tiyatro sahnesine çıkacaksan eğitim şart. Sanat türlerinin kendine ait jargonları ve tarzları var.
Recep İvedik’i izleyen bir yabancı ona güler mi yoksa sizce bu tamamen Türkiye’ye ilişkin bir kültür komedisi mi?
Ş.G: Almanya’da Türkler dışında da çok fazla izleniyor. Amerikalı bir adam da fragmanı izleyip bir video çekmiş, “Oh my God! This guy so funny” diyor. (Aman Tanrım! Bu adam çok eğlenceli)
‘Recep İvedik’ izleyip de ortamlarda “İzlemiyorum” diyen bir kitle de var.
Ş.G: Bunu genelde sizin ortamlarda söylüyor olabilirler hahaha.
İnsanlar neden Cem Yılmaz filmleri izlediğini söylemekten çekinmiyor da Şahan Gökbakar filmleri izlediğini söylemekten çekiniyor? Neden böyle bir fark var sizce?
Ş.G: Cem’in avantajı sahnede de kendini anlatan, yapabileceği mizahı sahneden de aktaran biri olması. Beni sadece komedi filmi karakteri olarak görüyorlar. Dışarıdaki varlığımı bilmiyorlar. Ben de televizyon televizyon gezip “Bakın ne kadar komik bir karakterim” demediğim için böyle oluyor. Ben stand-up yapmıyorum, televizyona çıkmıyorum. O yüzden uzun bir süre beni Recep İvedik zannettiler. Arabamı valeye verdiğimde ‘Recep Abi’ yazıyorlardı. Ben de, “Ben Recep değilim Şahan’ım” demedim. Böyle sevdilerse böyle kalsın. Evlenince, çoluk çocuk olunca Recep olmadığımı anladılar. “Aaa karısını öven, normal bir adammış” dediler.
Beş filmden toplam 1 milyar mı kazandınız?
Ş.G: Hahahaha nereden çıktı? Yanlış bu. Şunu söyleyebilirim ki; bu beş filmden sadece Kültür Bakanlığı 25 milyon TL kazandı. Ben biliyorsun kazandığım parayla Kaz Dağları’ndan villa aldım. Hahaha.
Kaz Dağları’nda eviniz olmadığını biliyorum ama en son şöyle yazıldı: “Kaz Dağları için ortalığı ayağa kaldıran Şahan Gökbakar, ‘Recep İvedik 6’ çekimlerinde ormanı çöplüğe çevirdi.”
Ş.G: Kaz Dağları’ndan herhangi bir şey satın almadım. Artvin ve Ordu için de “Ağaçlar kesilmesin” diye çağrı yapmıştım. Artvin’de de, Ordu’da da malım mülküm yok. Buradan emlakçılara sesleniyorum; uygun araziler olursa bana bildirsinler. Haha. Ağaçların kesilmesini istememem için orada arsam mı olması gerekiyor? “Bu ağaçları siyanürlü altın için kesmeyin. Yazık günah” demek için villam mı olması lazım? Kafalar böyle olunca kime ne diyeyim? Bildiğim yolda, çocuklarıma öğrettiğim doğrularla yaşamaya devam ediyorum. Bir yerde ağaç katliamı görüyorsam tepkimi veririm. Kim nasıl algılıyorsa algılasın.
BİZDE MESLEKİ HEDEF YOK, EMEKLİ ALBAY GİBİYİZ
Mesleki olarak 10 sene sonraki hedefiniz ne?
Ş.G: Bizde mesleki hedef yok. Dedim ya, biz emekli albay gibiyiz.
Hedefiniz yoksa 40 yaşında bütün hayallerinizi gerçekleştirdiğinizi söyleyebiliriz o zaman...
Ş.G: Mesleki olarak evet. İnsan; başarılı, maddi olarak iyi, diğerlerinin takdir ettiği biri olmayı ister. Evliliğimden de çok memnunum. Şimdiki hayallerim çocuklarımın mürüvvetini görmek, onların başarılarıyla mutlu olmak, hayat standardımı koruyabilmek. Yemek pişirmek, çeşitli marangozluk işleri, motosikletle uzak turlar yapmak, tekneyle güzel yerler keşfetmek, kaliteli yemekler yemek gibi zevklerimi de sürdürebilmek isterim. Bir dil daha öğrenirsem de şahane olur.
T.G: Materyal bir hedef yerine mutlu olmak, ailenle vakit geçirmek gibi hedefler koyarsak daha iyi oluruz. İnsanlar materyal hedeflerine ulaşamayınca mutsuz oluyorlar.
Ş.G: Mutsuz olan insanlar çok olunca da dedikodu, haset, nazar oluyor.
NAZARA İNANIYORUM
Nazara inanıyor musunuz?
Ş.G: İnanıyorum tabii. Nazar ne demek? İnsanların kötü enerjilerini başkasının üzerine salgılamaları demek. İnsan, 36 derecede çalışan bir makinadır, beyin elektrik üretir. Yaydığımız bir enerji mutlaka var. Fazlaca kötü düşünen insanlar bir araya geldiğinde o enerjiyi yayıyorlar. Gece daha rahat uyuyoruz, çünkü kötülerin bazıları da uyuyor.
Kardeş olarak çalışmanın zorlukları neler?
T.G: Hiçbir zorluğu yok. Kardeşin olmayan biriyle çalışmaktan çok daha avantajlı. Kahrını çekecek bir insanla çalışmak daha konforlu.
Ş.G: Beni Şahan olarak tanıyan bir yönetmenle çalışsam daha anlayışlı olur, lafını seçerek konuşur. Togan öyle değil; komik olmadığında “Bu o kadar komik olmadı. Baştan alalım” diyor. Ben de çekinmiyorum ama başkası dese çekinebilirim. “Çekemiyor beni” derim. Hayatımın merkezine oturttuğum insanlar kardeşim, 25 yıllık arkadaşım olunca bana lafla değil ama hareketleriyle “Sen Şahan’sın oğlum” diyorlar.
Biraz kapalı bir çevreniz var sanırım.
Ş.G: Evet, şanı şöhreti umursayan arkadaşlarım yok. Yeni arkadaşlarım da var ama en yakın arkadaşlarımdan biri 30 yıllık dostum. İlkokulda tanışmışız, adam benim her şeyimi biliyor. Onun yerini kimse tutamaz. Togan beni 35 senedir tanıyor.
EVLİLİK BENİ EHLİLEŞTİRDİ, ESKİDEN YÜZDE 60 RECEP’TİM ŞİMDİ SADECE YÜZDE 30
Şahan Gökbakar ve Selin Ortaçlı 2015 yılında evlendi. Efe ve Ela adında iki çocukları var.
10 yıl önce “Benim yüzde 40’ım Şahan, yüzde 60’ım Recep” demişsiniz. 2019’da oran nasıl?
Ş.G: Artık yüzde 70 Şahan, yüzde 30 Recep’im. Evrildim. Çocuklar, evlilik derken ehlileştim.
Selin Ortaçlı ile 8 yıldır berabersiniz, 5 yıldır da evlisiniz. Ve hala çok mutlu görünüyorsunuz. Mutluluğu sürdürmenin yolu ne?
Ş.G: Senin çevren Recep’ten nefret ediyor. Mutlu çift de yok galiba. Sen nerede yaşıyorsun?
(Kahkahalar) 20 yıldır Cihangir’de yaşıyorum.
Ş.G: Anlaşıldı, o zaman doğaldır. Sırlarından biri, Cihangir’de yaşamamak.
Siz nerede yaşıyorsunuz?
Ş.G: Beykoz’da yaşıyoruz. Beykoz civarında yaşıyorsanız zaten evliliğiniz minimum 10 sene sürer. (Gülüşmeler) Ailelerin oturduğu, kuşların cıvıldadığı, yeşillik bir alanda yaşıyoruz. Çoluktan çocuktan, curcunadan keyif alıyorsan bu güzel bir şey. Evlendiğin insan, senin arkadaşınsa ve hem çocuklarlayken, hem baş başayken birçok şeyi paylaşabiliyorsan ve tüm bunların yanında hâlâ flört edebiliyorsan evlilik uzun sürebilir.
Üçüncü çocuğu düşünüyor musunuz?
Ş.G: Üçüncü çocuğu düşünüyoruz ama ortak bir düşünce değil. Ben düşünüyorum, eşimle de paylaşıyorum ama o pek oralı olmuyor.
Çocuklarınızın oyuncu ya da yönetmen olmasını ister misiniz?
Ş.G: İsterim. Bu camia tu kaka bir camia değil. 2004’ten beri bu camiada kademe kademe ilerliyorum. Magazinden uzak durmaya çalışıyorum. Ünlü olup böyle de yaşanabiliyor. İstedikleri mesleği seçsinler. Ne yaparlarsa yapsınlar oyunculuk anahtarları cepte olur. Anneleri de yetenekli bir kız.
GORİL İSPANYA’DAN GELDİ
‘Recep İvedik 6’nın hikâyesi Kenya’da geçiyor ama film Bursa’daki Longoz Ormanları’nda çekildi ve filmde epey siyahi insan var. Onları nasıl buldunuz?
T.G: Filmde 120 siyahi oynadı. 150 Hepsini İstanbul’dan bulduk. Bir grubu Türkiye’de okuyan öğrenciler, bir grubu Türkiye’de çalışan insanlar, bazıları İngilizce öğretmeniydi.
Oyunculardan biri de bir goril.
Ş.G: Goril İspanya’dan geldi. Goril kostümü çok özel bir kostüm, içinde oynamak da çok zor. Türkiye’de bunu yapan yok maalesef. Gorilin suratını biri uzaktan kumandayla yönetiyor, robot yani. İçinde fiziksel olarak yeterli bir insan olmalı. O adamın da vücut dilini goril gibi yapması lazım. Adam 15 dakika çalışıp duruyordu çünkü tüylerden sıcak basıyordu. Zahmetliydi ama çok güzel oldu.