Tarımsal faaliyetlerin bütününü üstü açık bir fabrika olarak tanımlamamız yanlış olmayacaktır. Duvarı, çatısı olan, havalandırılmış bir fabrikada her türlü üretim sorunsuz bir şekilde devam edebilirken, tarlada düşen bir dolu tanesi, yüksek sıcaklıklar, azalan su kaynakları her şeyi kökünden değiştirebilir.
Bu nedenle iklim krizi olarak tanımlanan küresel sorunun en çok etkileyeceği sektörlerin başında tarım yer alır. Tarımın etkilenmesi ise tüm insanoğlunun etkilenmesi anlamına gelir.
İklim kriziyle ilgili son çalışmalar tehdidin her geçen gün daha da derinleştiğini net olarak ortaya koyuyor.
Avrupa Birliği’nin, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Uzay Ajansı tarafından yönetilen yeryüzü inceleme programı Copernicus’a (Korpernik) göre, Ağustos 2024, 1991-2020 referans ortalamasının 0.71 derece üzerine çıkarak küresel olarak en sıcak ağustos ayı oldu.
Haziran-Ağustos 2024 için dünya genelinde ölçülen sıcaklık ise 1991-2020 ortalamasını 0.69 derece; Haziran-Ağustos 2023’teki rekoru ise 0.66 derece geçti. Böylece bu yaz, küresel ölçekte ‘en sıcak yaz’ olarak nitelendirildi.
Norveçli bilim insanları tarafından yapılan son araştırmanın sonuçlarına göre, eğer karbon emisyonları azaltılmazsa dünya nüfusunun yaklaşık dörtte üçü dramatik hava koşullarındaki büyük değişiklikleri bizzat yaşayarak görecek. Emisyonlar önemli ölçüde azaltılmazsa, aşırı hava olaylarında hızlı değişiklikler yaşanacak bölgeler dünya nüfusunun yüzde 70’ini (5.6 milyar) kapsayacak.
Paris Anlaşması’nın gerekliliklerine uygun şekilde sera gazlarının yeterince hızlı azaltıldığı düşük emisyon senaryosunda bile dünya nüfusunun yüzde 20’si (1.6 milyar) insan etkilenecek. Emisyonlar azaltılırsa, en dramatik değişiklikler Arap Yarımadası ve Güney Asya ile sınırlı kalacak. Aksi senaryoda ise Akdeniz, Kuzeybatı ve Güney Amerika ile Doğu Asya gibi bölgelerde aşırı doğa olayları görülecek.
Paris Anlaşmasını kabul eden ülkeler arasında yerini alan Türkiye’ye de iklim kriziyle mücadelede önemli sorumluluklar düşüyor. Çevre örgütü Greenpeace’e göre Türkiye’den başlıca beklentiler şunlar:
Kömürden çıkış takvimi belirlenmeli, yeni kömür yatırımları ve fosil gaz sahası arama çalışmaları durdurulmalı. 2050’de karbon sıfır bir ülke kurgulayabilmek için şehirlerde emisyonun azaltılması ve iklim krizine adaptasyonu önceleyen stratejik eylem planları kurgulanmalı. Denizlerimizde koruma alanları oluşturulmalı. Doğal alanların ve biyolojik çeşitliliğin korunmasına öncelik verilmeli. Küçük çiftçi güçlendirilip, ekolojik tarım desteklenmeli.
Bunların söylemesi kolay uygulaması zor işler olduğunun farkındayım ama önemli olan bir yerden başlamak ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak adına kararlılıkla ilerlemek olmalı.
ÖZLÜYORUM
İnsanların kapısını bile kilitleme ihtiyacı duymadan huzur içinde uykuya daldığı günleri…
“Merhaba, günaydın, nasılsınız, iyi akşamlar, lütfen; önce siz buyurun” benzeri sıcak ifadeleri…
Gülen yüzleri… Birbirine yardım eden hiç tanışmamış insanları…
Veresiye yazan gönlü zengin esnafı… Çocuğunuzu gözünüzü kırpmadan emanet edebileceğiniz mahallenin taksicilerini…
Bir arada maç izlenebilen günleri…
Siyasetçilerin aynı masa etrafında tartışabildiği televizyon programlarını…
Sessiz, huzurlu, kalabalıktan uzak yazlık akşamlarını…
Sahildeki şirin çay bahçelerini çok özlüyorum.
Ya siz neleri özlüyorsunuz?