Çeşme Yarımadası, doğal zenginlikler açısından adeta bir vaha... Her köşesinde farklı bir ürün yetişiyor ve bu ürünlerin her biri dünya çapında nam salabilecek kadar eşsiz ve değerli.
Yarımada’da yabani otları, enginarı, mandalinası, kavunu, limonu, şeftalisi, nergisi, üzümü, zeytini ile öne çıkan; bazen birden çok özel ürüne ev sahipliği yapan ilçeleri, köyleri var. Ve bu ürünleri, özellikle son 15-20 yıldır düzenlenen festivaller sayesinde artık tüm Türkiye tanıyor.
Hiç şüphe yok ki bu festivallerin en ünlüsü, bu yıl 14-17 Nisan tarihleri arasında 14’üncüsü düzenlenecek olan Alaçatı Ot Festivali. Bu festival, bölgedeki tüm festivaller için adeta bir mihenk taşı. Alaçatı bölgesinde yetişen ve yenilebilen 125’i aşkın yabani ot türü bulunuyor. Şevketi bostan,arapsaçı, cibes, dağlama, deli kereviz, deniz börülcesi, ebegümeci, eşek helvası, gelincik otu, hardal otu, hodan, iğnelik, kaya koruğu, köremen, radika, stifno, su teresi, tilkişen, turp otu, zahter bu otların en bilinenleri.
Dolayısıyla Alaçatı, ot festivali düzenlemeyi en çok hak eden adres. Bu nedenle de festival zamanı Türkiye’nin dört bir yanından ziyaretçi çekmeyi başarıyor.
Bu yıl Çeşme Belediye Başkanı Lâl Denizli ve ekibinin festivali daha cazip kılabilmek adına çok ciddi bir çalışma gerçekleştirdiklerini yakinen biliyorum ve festivale mutlaka zaman ayırmanızı öneriyorum. Ancak... Söylemek istediğim şey çok daha başka. Unutmayalım ki eğer ürün olmazsa bu festivaller de olmaz. Mesela Urla Enginar Festivali’nin düzenlendiği zamanlarda, bölgede yetişen enginar miktarı kısa süreye sıkışan yoğun talebe yetişmekte zorlanıyor.
Ya da Çeşme’nin, bir eşi sadece İtalya’nın Cinque Terre bölgesinde bulunan ve çok ciddi bir ekonomik değer sağlayan limonu, binalar arasına sıkışmış sayılı bahçede yetişiyor artık.
Bu nedenle, en az festivalleri düzenlemek kadar ürünleri yaşatmak için de uğraşalım ki lezzetimiz de eğlencemiz de keyfimiz de daim olsun.
TRUMP VERGİLERİ VE FIRSATLAR
ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve geldiği günden beri sergilediği agresif politikaların son ürünü, artan ve ülkelere göre farklılaşan gümrük vergileri oldu.
Trump, Çin’den ithal edilen ürünlere yüzde 34, Avrupa Birliği’ne yüzde 20 vergi getirirken, Türkiye ise yüzde 10’luk gümrük vergisi diliminde yer aldı. Yeni vergi paketi, yüzde 10’luk vergi diliminde yer alan ülkelere karşı dün devreye girerken, daha yüksek vergi uygulanacak olan ülkelere 9 Nisan’da sıra
gelecek ve elbette ki o günden sonra dünya ticaretinde pek çok şey değişecek.
Bu vergi politikası Türkiye için avantaj mı, dezavantaj mı olacak; bu soruya halihazırda net bir cevap vermek zor. Ancak sektör ve ürün bazlı olarak belli kesimlerin elini kuvvetlendireceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir örnek vermek gerekirse, Ege’nin önemli ihraç ürünlerinden zeytinyağında Türkiye öne çıkacak.
ABD, tükettiği zeytinyağının yüzde 95’ini ithal ediyor.
Bu ithalatta en yüksek payı yüzde 33 ile İtalya ve yüzde 32 ile İspanya alıyor... Türkiye ise yüzde 10’luk bir payla, aynı payı alan Tunus ile üçüncülük için rekabet ediyor. Yunanistan’ın payı ise yüzde 5.Yani ABD zeytinyağı pazarının yüzde 90’ını toplamda beş ülke elinde tutuyor.
Yeni vergi oranlarıyla birlikte Türkiye ve Tunus, AB üyesi olan diğer üç rakiplerine oranla önemli bir avantaj elde edecek.
Ama unutmayalım ki ABD pazarı gibi yüksek gelire sahip bir ülkede fiyat tek belirleyici kriter değil. Markalaşma, etkin tanıtım ve reklam kampanyaları da çok
ama çok önemli.
Bu yeni vergilerin, yıllardır hep konuşulan ancak asla arzu edilen noktalara çıkamayan markalaşma sorunlarının çözümüne katkı sağlamasını temenni ediyorum. Çünkü biliyorum ki bizim zeytinyağımız çok iyi ve
şayet markalarımız da güçlü olursa hem pazardaki payımız artar hem de bu artış dönemsel olarak değişebilen fiyatlardan bağımsız olarak kalıcı hale gelir.