Netflix’in bugüne kadar yaptığı en kaliteli yerli dizi 12 Kasım’da başladı. Berkun Oya, 8 bölümde ‘kesişen hayatlar filmi’ ve ‘psikolog-hasta ilişkisi filmi’ gibi ülkemizde genelde başarısız denemelere mahkum bırakılan iki formülü birleştirmiş. Üzerine konuşulması gereken bir diziye imza atmış. ‘Bir Başkadır’, ‘absürd komedi’yle irtibat halindeki yeni Türkiye’nin dengesiz gerilimini tepki çekebilecek riskli konulara girmekten gocunmadan cesaretle yansıtıyor.
Dizinin notu: 6
Kesişen hayatlarla psikolog-hasta ilişkisi iç içe geçiyor
Kesişen hayatlar filmi sinemada fazlaca örnek vermiştir. “Oyunun Kuralı” (“La Regle Du Jeu”, 1938), “Grand Hotel” (1932) ile başlayıp 1960’da “Tatlı Hayat” (“La Dolce Vita”, 1960) derken Iñárritu’nun Ölüm Üçlemesi de önemli örneklerdir. Ama ülkemizde “Lüks Otel” (2011), “Güzel Günler Göreceğiz” (2011) gibi olmamış denemelerle yüzleşiriz genelde.
Berkun Oya neyse ki bu formülde sekiz bölümlük bir dizi çıkarmış. Kendine alan açmış. Büyük oranda popüler ve ucuz dizileri ti’ye almış. Totalde 400 dakikayı bulan bir süre de mantıklı bir tercih. Bu alanda genelde ülkelerin sosyolojik, politik olayları ele alınır. Bu durum da ister istemez de temasal bir bütün olarak önümüze serilir. Açıkçası burada bu formülün arasına ‘psikolog-hasta ilişkisi filmi’ de atılıyor.
Öykü Karayel’in performansı diziyi yukarı çekiyor
Temelde “Oyunun Kuralı” (1938) ile “Öldüren Hatıralar”ı (“Spellbound”, 1945) Seijun Suzuki, Bertand Blier çekmiş izlenimi yaratan bir eser izliyoruz. Oya, besteci ve görüntü yönetmenini çok iyi kullanmış. Özellikle Öykü Karayel’in alt sınıftan tesettürlü tiplemesi dizinin ‘etki’ ve ‘cesaret’ açısından merkezi faktörüne dönüşüyor. Onun öne çıktığı kısımlar diziyi yukarı çekiyor.
Meryem tiplemesi alışık olduğumuz bir şekilde sunulmuyor. Özellikle bir gerilimin ortasına atılıyor. Onun terapi seansına girişiyle verdiği merak duygusunun ucu bir yerlere uzanıyor. Bu da dizini ilk 2-3 bölümünün zirvede başlamasına sebebiyet veriyor. Ali Aga özellikle bu bölümlerde paralel kurgu, uyum kesmesi, şok kesme gibi tekniklerle ritmi müthiş ayarlıyor. Oya’nın metnini tecrübesiyle çok şey katıyor.
Yeni Türkiye’nin itiraflarıyla alaycı bir dengesizlik kuralı koyarak başlıyor
‘Bir Başkadır’, Defne Karalar ile Öykü Karayel arasındaki terapist seansının estetiğini yapma arzusuna kapıldığında ayaklanıyor. Bir şekilde Yeni Türkiye’nin akıllara durgunluk veren itiraflarını bir koltuğa oturan sınıfsal açıdan arayı açmış bireyler imtihan altına alıyor. Bu durumun ucu ise “Bilmemek”le (2019) kardeşlik getiriyor. Ama oradan daha olgun bir tavır var burada.
Defne Karalar, sonraki sahnelerde Tülin Özen’in müşterisine dönüşebiliyor. Sürekli köşeye sıkıştırılan da, ünlü olan da, mağduriyete uğrayan da hepsi bir arada bir Yeni Türkiye panoraması çıkarılıyor. Ama bunun tonu sanki konuşulan sekanslar ile zoom in yapılan sekansların ahenk içinde buluşmasıyla gerçekleşiyor. Özellikle gecekondu mahallesinde Öykü Karayel’e Fatih Artman ve Funda Eryiğit sahicilikle katılıyor.
Berkun Oya'nın senaryosu bütün sosyolojik grupları patlama anlarıyla sarsıyor
Oya’nın metninin sarsıcı patlama anları var. Bir anda psikoloğun ofisine tesettürlü bir kadın girip kırıp dökme gerçekleştirdiğini görebiliyoruz. Bu durumun devamında ise dizinin yönü daha ziyade gecekondu mahallesine kayıyor. İçinden alt, orta ve üst-orta sınıfın geçtiği bir çatışmanın içinde alıyoruz soluğu.
Bunun motivasyonu ise ‘seks arkadaşlığı’nın yerini ‘evlilik’in aldığı kenar mahallelerin anlamlı bir şekle sokulması, zıtlaşmaya malzeme olması belki de. Bu durum aslında o kadar da sömürülmüyor. Aksine liberali de, muhalifi de, sosyetiği de, muhafazakarı da önümüze seriliyor. Bunların sinematografik yansıması da çok berrak ve detaycı. Farklı eşyaları mercek altına almak detaycı bir yapım tasarımı duyuruyor.
Kamera kullanımı 70'ler Amerikan sinemasına götürüyor
Yağız Yavru, özellikle daha zengin sınıfın üst açı, genel plan ve sabit kamerayla yansıtıyor. Alt sınıfın zoom in ve zoom out ile 70’ler Hollywood’undan Robert Altman filmlerine yanaşmasına alan açıyor. Bunun Yeşilçam filmlerine göndermelere de zaman zaman sebebiyet verebildiği görülüyor.
Meşhur şarkıcı Ferdi Özbeğen’in Bir Başkadır parçası dizinin kapanış jeneriğine yerleştirilmiş. Bu da retro bir doku getiriyor. Aslında birçok kişi tarafından ‘Bir Başkadır’, android kuşağının “Arabesk”i (1988) olarak da anılabilir. O ‘parodi’ noktasına kaymadan ise Hitchcockyen bir dokunuşla sarılarak kendi kalıplarını yıkıyor.
Y kuşağının retro dokulu dengesiz portresi
Final sekansında Öykü Karayel’in yüzüğe yönlendirmesiyle ise başka bir tartışmanın duyurucusu oluyor. Berkun Oya, sanki 80’li 90’lı yıllarda bir Yeni Türkiye gerilimi çekmiş gibi. Özellikle o dönemin şarkılarının günümüzün cep telefonuyla birleştirildiği görülüyor. Bu durum da mantıklı bir retro doku olarak yansıyor büyük oranda…
‘Bambaşka’ bir sürecin habercisi oluyor. Dizinin ritim duygusu aslında kör kör parmağım gözünü ‘absürd komedi’ ile ‘dengesiz bir gerilim’ arasında gidip geliyor. Bu zıtlaşmanın sebebi sınıflar arasında açılan uçurum aslında. Görsel açıdan kamera kullanımı iç mekanlarda daha bir üst seviye.
Özellikle Alican Yücesoy, Defne Kayalar, Tülin Özen’in performansları ve karakterleri, ‘kenar mahalle-şehir’, ‘alt sınıf-orta sınıf’, ‘ilkel-uygar’, ‘seküler-bağnaz’ arasındaki kültürel çatışmayı daha da yukarı çekebiliyor. Bunların inandırıcılığı, geçiş yapılırken absürd bir karmaşaya da sebebiyet veriyor.
Bazı bölümler tonu bozabiliyor
6 ve 7. bölümde kenar mahalle semtlerinde kamera açılarında problemler devreye girebiliyor. Oralar ‘kamerayla izleyelim’ mantığına kaymış. Öner Erkan’ın engelli karakterinin biraz dozu kaçmış. Bunun ötesinde ise aslında bir başka olanın peşinde bir yeni Türkiye tekinsizliğine davet ediliyoruz. Kendi halimize gülmek ile asap bozukluğu yaşamak arasında gidip geliyoruz. Dizinin değeri de sınıfsal uçurum sebebiyle ortaya çıkan gerilime dikkat çekmesi aslında.
Bu durum bir başkaldırının yapısını bambaşka ve farklı bir tat bırakan hale getiriyor. Tiyatrolarıyla ünlenen Berkun Oya, iyi niyetli ama yarıda kalmış sinema çıkışı “İyi Seneler Londra”ndan (2007) sonra ilk kez bütçeyle gaza basıp tatmin ediyor. ‘Masum’ dizisini Seren Yüce’nin rezil ettiği yerden almıyor. Aksine dijital platformlara yaptığı en iyi çalışmaya imza atıyor. Özellikle ilk 2-3 bölüm gerçekten iyi. Onların arasında sekmeler yaşansa da kritik mevzuya tarafsız bir liberal bakışı atılmış. Cem Yılmazer besteleriyle fark yaratıyor. Türkiye’nin ucuz dizi ezberini eleştirel bir şekilde alaya alıyor.