Haberin Devamı
1982 tarihli bilimkurgu klasiği “Blade Runner”ın yıllardır beklenen devam filmi “Blade Runner 2049”ta Roger Deakins, Oscar orucunu bozacak bir sinematografi ile nefes kesiyor. Ama Deckard’ın sırrını açığa çıkaran filmin sanrılarla ‘yenilik yapma’ vaadi tutmuyor.
Nostaljik tada bel bağlayan seri üretim hamlesi
1982’de Ridley Scott’ın çektiği “Blade Runner”, teknolojisinden mimarisine benzersiz bir tür filmiydi. Karanlık bir şehir olarak sunulan Los Angeles’ta Rick Deckard, androidleri (yarı insan-yarı robot varlık) öldürmekle görevli bir polisti. Onu ise Harrison Ford canlandırıyordu.“Blade Runner 2049” da bu kez onun yerine geçen daha genç bir ‘blade runner’ var. İlk filmden beri özlenen Rick Deckard'ı (Ford) arayan K (Ryan Gosling), uzayın derinliklerinde yolculuğa çıkıyor. Bunun sonucunda geçmişten kalan yanlış anılar da hologramlar da devreye girebiliyor. Bu hikayeyi, 2019’da geçen orijinal film ile bu film arasındaki 30 yıllık dilime yerleştirilen üç kısa filmin (biri animasyon) de desteklemesiyle karşımıza kapsamlı bir dünya çıkması hedefleniyor.
Hollywood nostaljik bir pikap gibi... Her şeyi yeniden çevirip, döndürüp parlatarak doğru yolu gösterme arayışı var. Bilimkurguda 70'lerin “Westworld”ünün (1973) diziye, ‘Yıldız Savaşları’nın yeni sürüme malzeme olduğu günlerde, bizde “Ölüm Takibi” olarak da bilinen 1982 tarihli bilimkurgu klasiği “Blade Runner” da perdede 35 yıl sonra gelen devam filmiyle şansını deniyor. Ford, “Star Wars: Güç Uyanıyor”dan (“Star Wars: Force Awakens”, 2015) sonra bir kez daha eski karakteriyle yaşlanarak geri dönüyor. Bu hamle ne kadar yerinde ve başarılı, tartışılır.
“İçimdeki Yangın” (“Incendies”, 2010) ve “Arrival” (2016) ile tanınan Denis Villeneuve, yeni ‘Blade Runner’ filminde 'siberpunk (sanal gerçeklik ile punk kültürünü birleştiren terim) bilimkurgu' alt türünü yaratan mimari dahice duruyor. Ama onun üzerine koyabilecek, dış mekanda geçen görkemli sahnelerin üzerine gidilmiyor. Aksine iç mekanda K'nin bu arayışı ve Blade Runner'ı yeniden diriltme arzusunun yarattığı sanrıları izliyoruz. Bu nostaljik tatla birlikte aslında seri de başka bir alt türe yanaşmaya çabalıyor.
Roger Deakins şov yapıyor
Benjamin Wallfisch ile Hans Zimmer'ın besteleri ise Vangelis'in zihnimizden çıkmayan tınılarını aratmayacak kalıcılıkta. Elektronik müzikle birlikte 28 yıl sonra aynı mantıkla geri dönen “Tron Efsanesi” (“Tron Legacy”, 2010) örneğinde görüldüğü üzere perde deneyiminden büyülenmiyoruz. Deakins ise devreye girdiğinde şov yapabiliyor. Renk filtrelerini estetize edip, mavi ile kırmızının, sarı ile yeşilin birlikteliğine yüklenmek bile çok şey katabiliyor filme. Ses tasarımı ve kurgusu da kusursuz işliyor.
Ama bir siberpunk bilimkurgudan ziyade 'Star Wars' ve “Gerçeğe Çağrı” (“Total Recall”, 1990) etkili bir dolgu bellek bilimkurgusu sunuluyor sanki. Bu filmin parlayan kadın yıldızı olarak sunulan Kübalı oyuncu Ana De Armas belki de orijinal filmin unutulmaz yüzü Sean Young’a denk gelerek ‘kopya’ duruyor. Barkhad Abdi hangi işle meşgul hiçbir bilgimiz yok. Jared Leto'nun abartılı ve karton durabilen makyajı da soru işaretleri yaratıyor. Belki en önemli isim Robin Wright. Orijinal filmin noir ile bilimkurguyu birleştiren o özlü geleneği ise temelde iyi yaratılıyor ama başvurulan bir görsel ihtişama dönüşmüyor.
İnteraktif bir devam filmi
Yeni Blade Runner'da Villeneuve aradaki üç kısa filmi de (2019-2049 arasında) düşünerek 'ara bölüm'den destek alan interaktif bir devam filmine imza atıyor. Bunu 'Star Wars' serisinde de görmüştük. Ama buradaki buhran hava, psikolojik arayış 163 dakikayı sanki dizi mantığına uygun hale getiriyor. Başı sonu olmayan ara bölüm hamlesi, yönetmeni sarsınca burada uzadıkça uzayan kaliteli bir mini dizi servis ediliyor.
Her ne kadar görsel bir özen, detaycılık olsa da yeni Blade Runner eskisinin ruhunu fazlasıyla aratıyor. Ağır tempolu bir 'dolgu bellek' yolculuğuna dönüşürken android mevzusu ve bunun çıkış noktasıyla ilgili de etkili bir yan öykü bulamıyor. Aksine eski karakterler devreye girince nostaljik havadan uzaklaşıp 1982 tarihli Ridley Scott klasiğini yeniden izleme arzusuna kapılıyoruz.
"Blade Runner 2049" dar alana sıkıştığı için ikonik sahneler yaratmaktan uzak... Aksine bir başka ara bölüm ya da yeni sürüm pilot bölümü izlenimi bırakıyor. Süresinin uzadıkça uzaması insan-robot cinsleri arasındaki çatışmaya 'devrim'i yüceltecek bir kapı açmıyor. Aksine yeni hikayenin filme aman aman bir katkısı olmamış. Yeni milenyumda alt türünde ürün veren eserlerin bile altında kalıyor "Blade Runner 2049". Ford’un yerine başrole geçen Gosling’in işlevi bile sorgulanır hale geliyor bu sayede.
FİLMİN NOTU: 4.5
Künye:
Blade Runner 2049
Yönetmen: Denis Villeneuve
Oyuncular: Ryan Gosling, Harrison Ford, Ana De Armas, Jared Leto, Robin Wright
Süre: 163 dk.
Yapım yılı: 2017
‘DÖRT KÖŞE’: BAŞKA KARA KOMEDİ FORMÜLÜ YOK MU?
Ülkemizde ‘suç komedisi' denince otomatik olarak devreye giren ‘ortaya karikatürize karakterler atalım yeter’ formülünün ötesi uygulanmalı artık. Yerli ilk film "Dört Köşe", bu zafiyetin son ürünü.
Haksız yere göz altına alınan Aşkın (Ulaş Torun), İrfan (Murat Akkoyunlu), Muzo (Şinasi Yurtsever) ve Emel (Ayça Erturan) birbirlerine destek çıkmak zorunda kalır. Düzene karşı bir hırsızlık planlayınca ise olanlar olur. Güçlü olandan çalma arzusunda ilk hedef İstanbul'un en güçlüsü Timsah Hamza'dır (Mehmet Özgür). Böylece kafadarlarımız işlerinin hiç de kolay olmadığını anlayacaklardır.
Şinasi Yurtsever, Murat Akkoyunlu, Burak Satıbol, Ulaş Torun ve Mehmet Özgür'ü birçok filmde görüyoruz. Ama 'kara komedi' prototiplerinde burada sanki kendilerini tekrar etmeye koyuluyorlar. İster istemez bu durum da karşımıza aşılamaz bir çığırtkanlar korosunu çıkarıyor.
Film uzadıkça 'film' olmadığı daha da açığa çıkıyor. Bir komedi filminin ite kaka 120 dakikaya uzatılması fikri kime ait merak ediyoruz. Antipati fırtınası bitmek bilmiyor! Animasyonlarıyla biraz saygıyı hak ediyor. Ekran bölme tekniği ise anlık bir hamle gibi duruyor. Ama patlama ve timsah efektlerinin 'pespayeliği' her şeyi berbat ediyor. ‘Prodüksiyon’ olarak bir emek var ama nafile...
FİLMİN NOTU: 2.2
Künye:
Dört Köşe
Yönetmen: Ömer Faruk Yardımcı
Oyuncular: Şinasi Yurtsever, Murat Akkoyunlu, Ulaş Torun, Mehmet Özgür, Burak Satıbol
Süre: 120 dk.
Yapım yılı: 2017
‘ÇAVDAR TARLASINDAKİ ASİ’: SALINGER DAHA İYİSİNİ HAK EDİYOR
J.D. Salinger’ın yaşamının en önemli eserini yazdığı dönemi, “Çavdar Tarlasındaki Asi”de (“Rebel in the Rye”) TV estetiğiyle sömürülüyor. Sadece yazarın hayranlarını memnun edebilecek boyutsuz bir biyografik film bu.
Çağımızın en önemli yazarlarından J.D. Salinger (Hoult), 20. yüzyılın ortalarında sosyetik Oona (Deutch) ile ilişkiye girer. 2. Dünya Savaşı’nda kendi cephesinde hayatta tutunma çabası ise dillere destandır. Bunların tamamı da ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ (‘Catcher in the Rye’) klasiğini ortaya çıkaran detaylardır aslında…
Edebiyatçının dünya çapında 65 milyon kopya satan ünlü romanı ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın yazım aşaması daha iyisini hak ediyor. Oyunculuktan gelme yönetmen Danny Strong, burada yazarın bu eseri çıkartma sürecinde yaşadığı sancıları ele alıyor. Evine çekilme, kimseye gözükmeme ve irade öyküsü klasik/ilgili seyirciyi avcuna alacaktır. Ama ‘performans’ değil ‘yakışıklılık’ gerektiren rolleriyle bilinen Nicholas Hoult bu başrolün altından kalkamamış. Filmin inandırıcılığını zedeliyor.
Sarah Paulson, Hope Davis gibileri de sanki öylesine yerleştirilmiş gibi. Sadece Spacey sınıfı geçiyor, o da konuşma hızıyla… “Çavdar Tarlasındaki Asi”, oyuncu kadrosundaki emeği teknik ekibe harcasaymış en azından bir ‘sinema ürünü’ olabilirmiş. Ama edebiyat dünyasından ne “Harika Çocuklar” (“Wonder Boys”, 2000) ne de “Fırtınalı Hayatlar” (“Genius”, 2016) gibi başarılı filmleri akla getiriyor. Aksine TV estetiğine saplanıp kalıyor. Savaş sahnelerindeki birkaç kurgu numarası da yeterli olamayınca, ister istemez Salinger ile ilgili 2013 tarihli tedirgin edici belgeseli yeniden izleme arzusuna kapılıyoruz.
FİLMİN NOTU: 3
Künye:
Çavdar Tarlasındaki Asi (Rebel in the Rye)
Yönetmen: Danny Strong
Oyuncular: Nicholas Hoult, Zoey Deutsch, Kevin Spacey, Sarah Paulson, Hope Davis
Süre: 106 dk.
Yapım yılı: 2017
BUNLAR DA VAR
*Ermeni olaylarına başka bir tarafından bakan “Kervan 1915”de Murat Han ve İpek Tuzcuoğlu’nun canlandırdığı iki bireyin aşk hikayesi konu ediliyor. Yönetmen ise İsmail Güneş.
*“Dedem”de engelli oğluyla baş başa kalan Yusuf Tunalı’nın dramı, Çetin Tekindor’la Nihat Durak’ı ikinci kez bir araya getiriyor.
* Yeni Fransız Aşırılığı’ndan tanınan Xavier Gens’ın Amerika’da çektiği şeytan çıkarma filmi “Korku Kayıtları”, bir gazeteciyi öldürmekle suçlanan rahibin izini sürüyor.
*2010 tarihli animasyon serisinin sinema uyarlaması “My Little Ponny Filmi”, sevilen karakterlerin Equestria’ya doğru yaptığı dostane yolculuğu ele alıyor.