20-30 Ocak arasında Sundance 2022’de dijital dünya prömiyerinde izlediğim “Call Jane”, Berlinale 2022 ana yarışmasında Avrupa’daki ilk gösterimini yapacak. “Carol”ın senaristi Phyllis Nagy’nin yönetmenlik koltuğuna oturduğu eser, 1969-1973 arası servis veren meşhur kürtaj servisi Jane Kolektifi’ni merkezine alarak asap bozuyor. Ama Amerikan sağlık sistemini topa tutsa da konusunda olmamış bir yapıta dönüşüyor.
FİLMİN NOTU: 4.8
KÜRTAJ SERVİSİ JANE ÖNEMLİ BİR BOŞLUĞU DOLDURMUŞTU
“Call Jane” sayesinde kürtajın suç olarak görüldüğü bir zamana ışınlanıyoruz. 1950-1969 arası ABD gibi uygar bir ülkede sayısı 200.000-1.200.000 arasında değişen yasa dışı kürtaj yapıldığı biliniyor. Ölen kişilerin yüzde 17’sinin hamilelik ve çocuk doğumu olduğu da biliniyor. 1969-1973 arasında 10.000’i aşkın yasal kürtaj gerçekleştiren ‘Jane Kolektifi’ kurtarıcı olarak belirmişti aslında. Dünya insan hakları kurumları için örnek teşkil edecek bir oluşumdu bu.
1963’te Kennedy Suikastı, onu takip eden Küba Füze Krizi gibi olaylarla birlikte fazlasıyla politik hareketlenme vardı düşler ülkesinde. Bunlara feminizm ilgili olanlar da katılmıştı elbette. O zamanlar özgürlüklere karşı çıkan bir grup kadın hakları için ayaklanmıştı. Bu da adlarını ‘Janes’ koymalarıyla ortaya çıkmıştı. Chicago’nun Roe v. Wade öncesi yeraltı kürtaj servisi tarihsel açıdan asap bozucu bir konuma sahip.
PRIME VIDEO’NUN BİR KURMACA FİLM PROJESİ YAPIM AŞAMASINDA
1995’de bir orta metrajlı belgesel, 2018’de bir TV filmi derken bu konuyu ele alan eserler artıyor. Prime Video’nun Kimberly Peirce’a verdiği Michelle Williams’ın ortak yapımcı ve başrolünü üstlendiği ‘This is Jane’ adlı bir proje de yapım aşamasında yıllardır. Phyllis Nagy ise bu sistem eleştirisinde bulunan eseri kendine göre ‘iddialı’ bir tarafından tutuyor.
Greta Zozula “Call Jane”i 16mm çekmiş. Bu durum da aslında aynı pelikül çeşidi ile ‘sinema’ya uyarlanan ve 1950’lerdeki tabulara karşı çıkan büyüleyici LGBTİ+ ilişki/aşk filmi “Carol”ın (2015) devamı gibi bir konumlanma getiriyor. Bu sayede de “Call Jane”in ‘hak mücadelesi’ namına ilk girişini iyi yaptığı söylenebilir.
1960’ların sonunda Joy’un (Elizabeth Banks) bir binanın alt katında yürüyüp sokağa çıkarak ayaklanmaların olduğu bir siyasi iklimde soluğu aldığını uzun bir plan sekansla görüyoruz. Bu durum karamsar bir şekilde o döneme ışınlanmamızı sağlıyor. Sonrasında Banks’in gözünden Me Too döneminde artan kürtaj filmlerine yeni bir ekleme gelecek hissi yaratılıyor.
ME TOO DÖNEMİNİN DÖRT KÜRTAJ FİLMİYLE REKABET EDEMİYOR
Elbette sırasıyla Sundance-Berlin 2020, Venedik-Toronto 2020, Tribeca 2021 ve Venedik 2021’de çıkan; “Asla, Nadiren, Bazen, Her Zaman” (“Never Rarely Sometimes Always”, 2020), “Bir Kadının Parçaları” (“Pieces of a Woman”, 2020), “False Positive” (2021), “Kürtaj” (“L’Evenement”, 2021) belli bir kalitede işlerdi. Ama hiçbiri de “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün”ü (“4 Luni 3 Saptamani Si 2 Zile”, 2007) devirme olanağı bulamamıştı.
Bunlardan Romen örneği Çavuşesku, Fransız şubesi ise 1960’lar Fransa’sında aslında politik bir sıkışmışlık da getiriyordu. Diğerleri ise gülen bir beyaz Trump’a tepki olarak devreye giren gerilimle cinsiyetçilikten yola çıkan etkili karelerle sarılıyordu. Bu filmlerin tamamının kendilerine özgü görsel yapıları var.
“Bir Kadının Parçaları” düşük yapmanın şiirsel parçalarını Jancso-Antonioni kırması modern bir yapıya transfer ederek hepsinde bir tık yukarıda durmuştu. “Asla, Nadiren, Bazen, Her Zaman”, Cassavetes usulü gerçekçiliğiyle çarpan bir yapı kullanırken “False Positive” korku sinemasında “Rosemary’nin Bebeği” ile “Ölü İkizler”i birleştiren bir damarı servis ederek farkını ortaya koymuşu.
“Kürtaj” ise Fransa gibi özgü bir ülkede aslında Galperine Kareşler’le 1.33:1’de sahici bir sıkışmışlığın ‘meditasyon’la yorumlanmasına alan açmıştı. Her biri de görüntü yönetimiyle de karakterleriyle de çarpmıştı. Ama “Call Jane”de Elizabeth Banks’in ilk ciddi rolünde bunlardaki etkili performansların çoğuyla boy ölçüşme şansı yok. Sadece “False Positive”in Ilana Glazer’ı ile rekabete girdiği söylenebilir.
YENİYETME SENARİSTLER BAŞKA YOLA SAPTIRIYOR
Bunun ötesinde filmin birkaç etkili retro karenin ardından Roshan Sethi-Hayley Schore senaristliği ile birlikte hesaplı dizi kafasına kaydığı görülüyor. İkinci düzlükte Sigourney Weaver’ın Jane Kolektifi’nin kilit bireyi Virginia’ya dönüşmesiyle birlikte aslında didaktizm ve klişeler kontrolü ele geçiriyor.
Bağımsız projelerde tek birey odaklı kürtaj ve hamilelik ne kadar gerçekçi olduysa burada biraz bütçeli tarihi damar da bir o kadar derme çatma duruyor. Kate Mara biraz idare ediyor. Ama Weaver da, Messina da, Maggaro da bir şey katmamış. Mosaru ise politik açıdan hesap kitaba dikkat çeken ucuz ve çaylak bir Afro-Amerikan tipi olarak beliriyor. Bu durum da “20th Century Women” (2016) ve “Suffragette” (2015) gibi kadın haklarına dair olmamış tarihi filmlerle yarışma getiriyor.
DAĞINIK VE DİDAKTİK BİR DÖNEM PORTRESİ
Belki de Cannes çıkışlı ve Çağan Irmak’ın ucuz çalışmalarını andıran oryantalist Çad kürtaj melodramı “Lingui”yi (2021) devirebiliyor. Elbette Jane Kolektifi’ni ele almak bir zorunluluk. Ancak onu bu kadar yarım yamalak, kör kör parmağın gözüne, dağınık ve hetero bir şekilde anlatmak bir sinemasal belge ihaneti gibi.
“Carol”da bu görevi üstlenen Nagy’nin sadece senaryoyu yazması daha iyi olurmuş. Bu gerçekleşmeyince bir yerden sonra LGBTİ+ kimliğinin de devreye girmemesiyle birlikte aslında “The Master”ın (2012) ortak kurgucusu Peter McNulty’nin çabası da anlamsız hale geliyor. Bu sayede 2005’te HBO için yönetmenlik koltuğuna oturduğu ilk çalışması “Mrs. Harris”in teatral ve küçük ekran ürünü havası devreye girebiliyor. Haynes ile Lachman ustalıklı birlikteliği kamera arkasında aranıyor.
BU MESELEYLE NE YAPSAN ASAP BOZAR
Film ilk 40-50 dakikada diğer bireylerin mücadelesiyle yarışan bir Banks ile ayakta duruyor ama sonrasında zorlama ve hantal bir gerçek hikaye temsiline kayıyor. Buradaki retro gerçekçilik asap bozmaktan uzak hale geliyor bu sayede. Dağıldıkça dağılıyor! Jane’in çağrılmadan daha soyut bir şekilde gösterilmesi gerekirmiş. Bu sayede günümüz alegorisine de dönüşebilen bir eser izleyebilirmiş.
Ama Weaver işlevsel bir Kürtaj Servisi yönlendiricisine dönüşmesi gerekirken sanki ‘Alien’ setinden yoldan çevrilmiş karakter olmadan içeri girmiş hissiyatı bırakıyor. Bu mevzuyla nasıl bir uzun metraj izletilse asap bozuyor. Ama Sundance 2022 Belgesel yarışmasındaki Tia Lessin ve Emma Phildes’in imzasını taşıyan “The Janes” daha kalıcı olacaktır.