Denis Villeneuve’ün “Dune”unu Venedik 2021’deki dünya prömiyerinde izledim. Film, ‘uzay operası filmi’ alt türünün günümüzde geldiği noktadan habersiz hareket eden bayat bir meditasyon. “Avatar” sonrası dönemde yaşanan yenilenmede halen ‘Star Wars’un hantallaşan modelinden ilerlemek isteyen bir başarısızlık abidesi. 2021 model “Dune”, ülkemizde 22 Ekim’de vizyona girecek.
FİLMİN NOTU: 4.1
BİLİMKURGUYLA HAŞIR NEŞİR BİR KARİYER
Yönetmen ilk filmi “32 Ağustos Dünya”daki (“August 32nd On Earth”, 1998) ‘uzay oteli’nden bu yana ‘bilimkurgu türü’ ile ilişkisini göstermişti. Cronenberg etkili Kafkaesk çiftgezer bilimkurgusu “Düşman” (“Enemy”, 2013) ile uzaylı istilası filmlerine dünya üzerinde geçen ‘Solaris’ rötuşunu getiren “Geliş” (“The Arrival”, 2016) aslında alt türlerinde dikkat çekici olabiliyorlardı.
Frank Herbert’in 1965’te yazdığı romanı yıllardır düzgün bir uyarlama bekler. Fakat o dönemde Soğuk Savaş vardı. O prototiplerin üzerinden zaman geçti. 1980’lerdeki David Lynch’in bilinçaltının sınırlarını zorlayan çalışması o yıllara uyum sağlayarak alt türün tarihinde kalıcı olmayı becermişti. 1977’de yapılan ‘Star Wars’ sonrasına gelmenin avantajını kullanmıştı.
Uzay operası filmi, Lucas’ın teknolojik açıdan atılımlar yapan destansı bir seri yaratmasıyla aslında popüler olma olanağı buldu. 70’lerden önce ise aslında oyun kıvamında bir B-tipi dokudan ibaretti. Star Trek ise kendi köşesinde onunla rekabet etmeye çabalayıp küçük ekran seyirliğinden kopmaktan uzaktı sanki.
ZULAWSKI VE GERMAN’IN KEMİKLERİ SIZLIYOR!
80’lerde Lodz Film Okulu’nun geleneğini arkasına alan Zulawski, bu alanda “Gümüş Küre” (“On The Silver Globe”, 1988) adlı devrim niteliğinde bir filme imza atmıştı. Bu başyapıt seviyesindeki eylemin finali ülkedeki sansür sebebiyle tamamlanamamıştı. Film geç keşfedilse de Jerzy Zulawski’nin 1905’te başlattığı Lunar Üçlemesi çok ikonikti.
Strugatsky Kardeşler’in 1964’te yazdığı ‘Hard to be A God’ ise Arkanar gezegeninde olanları 1989’da ve 2013’te sinemaya uyarlandı. Bunlardan ilki Lucas’ın yolunu izliyordu. İkincisi ise gerçekten de ruhsal ve acid uzay operası filminin 3 saatlik zorlayıcı bir Rus sanat sineması ürününe dönüştürerek akıllara durgunluk veriyordu. “Tanrı Olmak Zor İş” (“Trudno Byt' Bogom”) Rus sinemasının ustalarından Aleksei German’ın bu damardan girip başyapıt seviyesinde bir miras filmine bırakmasına alan açmıştı. 1918’de Danimarka filmi “Himmelskibet” bu alt türü başlatmışken başka ülkelerdeki üretimlerin getirdiği ‘saykodelik’, ‘ağır tempolu’ ve ‘ruhsal’ eylemler bilinçaltında serbest yolculuklar sunarken bu hareketler dahiyane gelmişti.
BAYAT BİR MEDİTASYON
Burada ise o yaklaşımın bayat bir kopyası canlanıyor sanki. Gerçekçi görünümlü zorlama meditasyon, Greig Fraser’ın ten renginin tonlarına kayarak ‘çadır yerleştirme’ aşkı boyutsuz duruyor. Öylesine etrafa yerleşen stilize açılarla, teleobjektifler ve yavaş çekimle kavranan boyutsuz uzay yaşayanları izliyoruz bu sayede.
Biçimci numaraları Villeneuve eskiden daha samimi kullanırdı. Stüdyoya kaydıkça bu konuda ‘çakma ve mekanik arthouse sineması’ hissi yaratmaya başladı. “Blade Runner 2049”dan (2017) sonra burada da o uçuruma yuvarlanıyor. Hans Zimmer’ın iddialı ezgileri bile burada bir yerden sonra kafa şişirir hale gelebiliyor. İşin trajik tarafı da bu sanki!
POST-AVATAR DÖNEMİNDE ‘STAR WARS: GÜÇ UYANIYOR’ YOLUNA SAPIYOR
ABD’de ise “Beşinci Güç” (“The Fifth Element”, 1997), “Battlefield Earth” (2000), “Bir Otostopçunun Galaksi Rehberi” (“The Hitchhiker’s Guide to Galaxy”, 2005), “Avatar” (2009), “Galaksinin Koruyucuları” (“Guardians of the Galaxy”, 2014), “Valerian ve Bin Gezegen İmparatorluğu” (“Valerian and The City of Thousand Planets”, 2017), gibi bu alt türün güncel külliyatında başarılı çalışmalar var.
Bu açıdan da aslında teknolojik ve yenilikçi uzay operası westerni “Avatar”la da Luc Besson’un iki filmiyle de yarışması mümkün olmayan bir film izliyoruz burada. ‘Terminatör’ serisiyle tanınan Cameron orada melez bir damardan aslında yıllardır sinemaya aktarılması gereken bir kavramı “Matrix” (1999) sonrasında dönüştürüyordu. Onun üzerinden ilerlediği noktada da sanal gerçeklik mücadelesi sunan uzay operası vizyonu vardı.
Üstelik Villeneuve bu yıl yapılan Kore’nin ‘Star Wars’a cevabı “Space Sweepers”ı (2021) da alt etme şansına kavuşamıyor. Kore sinemasının da tür geleneğinin ve muzip tür bükücülüğünün altında kalıyor. Ülkenin en başarılı yönetmenlerinden Jo Sung-Hee’nin vizyonuna takılıyor.
Kanadalı sinemacı, “Avatar”dan ziyade J.J. Abrams’ın Lucas’ın geleneğine saygısızlık yaptığı “Star Wars: Güç Uyanıyor”la (“Star Wars: Force Awakens”, 2015) ile rekabete girme derdine düşüyor. Bu da ucuz bir TV dizisi kafası getiriyor günümüzün artık bu konuda bilinçaltında sarsılan seyircisinden haberdar olarak!
OYUNCU KADROSU DERLİ TOPLU
“Dune”un oyuncu kadrosu iyi yerleştirilmiş. Isaac’in merkezde olması doğru karar. Javier Bardem kendisini öne çıkarmak isterken bunu becerip ona her sıra geldiğinde hayran bırakıyor. Rebecca Ferguson ve Zendaya daha bu gezegenin kişileri gibi hareket ediyorlar. Bu bir gerçek aslında! Jason Momoa bile onlara ekleniyor.
Ama artık “Avatar” sonrası dönemde uzay operası filmi arayışının değiştiği bir çağdayız. O da space western damarlı bir yaklaşımdan besleniyordu. Oradan ilerlerken de fazla güncel, modern ve evrensel olmak gerekiyor. ‘Star Wars’un boyutsuz ve çizgi romansı karakterlerle yeni jenerasyonu inandırmak mümkün değil. O zaman sanal bir dizi yapmak şart!
AKSİYON SAHNELERİ VE GÖRSEL EFEKTLER İYİ
Villeneuve, gerçekçi meditasyon olarak yola çıkıp dünya sinemasında Zulawski ve German’ın fazlasıyla gerisinde kalmış. “Sicario”dan (2015) ve “Blade Runner 2049”dan (2016) sonra bir kez daha ‘bir sanal dizinin pilot bölümünü mü çekti?’ dedirtiyor. Onların vizyon sahibi uygulamaları gerçekten de unutulmaz ve külte de dönüştüler.
Sadece iyi kurgulanmış aksiyon sahneleri, başarılı ses tasarımı ve sağlam tasarlanmış görsel efektlerle tatmin eden bir bilimkurgu filmi fantezisi, artık bayat geliyor. Bu damardan yürümek de filmin bağımsız ruhunu yapay ve anlamsız bir dehlize sürüklüyor adeta. 150 dakikada 70’lerde çekilmiş gibi durmaktan ziyade daha entelektüel bir çalışma bekliyoruz.
2021 model “Dune”de adeta zamansız bir kavim gibi dolaşan, bunu yaparken “Blade Runner 2049”un ‘mekanik ağır tempo’ zaafına sürüklenen bir yapıt izliyoruz. Bu da tür sineması için boş bir ‘küçük ekran fantezisi’nin ötesine dönüşmüyor maalesef. Villeneuve ise kendini oyalamakla kalıyor. Artık ona ‘cep sineması’ yakışır projesi bu!