FİLMİN NOTU: 4.5
Toronto Film Festivali’nden Seyircinin Seçimi Ödülü’yle dönen “Fabelmanlar”ı Filmekimi’nde izleyip kaleme aldım. Spielberg’ün çocukluğunun trenine atlama şansı sunan vasat ve duygusal hatıratı, “Hugo” ve “Roma”yla rekabete girme hedefiyle yola çıksa da ortalama “The Polar Express”le mücadele ederken buluyor kendini.
BİR TRENİN GEÇİŞİYLE DOĞAN BİR KARAKTER
Lumiere’lerin “Trenin Gara Girişi”nden (“L'arrivée d'un train en gare de La Ciotat”, 1896) Ford’un “Kahramanın Sonu”na (“The Man Who Shot Liberty Valance”, 1962) bağlanan bir hatırat. Spielberg, Sammy Fabelman karakterini kendi yerine koyarak onun duygusal büyüme hikayesini bize yansıtıyor. Büyük oranda bir trenin geçişiyle canlanarak sinemasal doğan bu tiplemenin finalde bu bağlantıyla stüdyolarda yönetmene dönüşme hayalleri kağıt üstünde kalıcı duruyor.
Günter Grass uyarlaması “Teneke Trampet” (“Die Blechtrommel”, 1979) misali bir tipleme yaratıyor. Ancak oradaki Oscar Matzerath gibi Herzog’la rekabet eden olağandışı bir öteki tanımının ötesinde neşeli bir halet-i ruhiye etrafımızı sarıyor. Onun yolundan ziyade “E.T.”nin (1982) Elliott’u ile umut aşılama arzusu ilk tercih edilen gibi aslında! Büyülü bir şekilde bir prizle raya girip çıkan ve bir çeşit tek plan görünümü yaratan bir hareketlenme var.
GÜNEŞ İMPARATORLUĞU’YLA AKRABA MI?
Özellikle Janusz Kaminski’nin arka plandaki renk filtreleri kullanmasının yanında filmin 150 dakikasının tamamına sinen bir ‘kamerayı bir tarafa yerleştirip beyaz rengi alarak minimalist duralım’ hesabının mimarına dönüştürüldüğü muhakkak. Görüntü yönetmeninin artık yaşlanıp zamanının geçtiğini ve üşengeçlik problemi çektiğini kanıtlamak için bir tez çalışması izliyoruz adeta!
Spielberg, “Güneş İmparatorluğu” (“Empire of the Sun”, 1987), “Schindler’in Listesi” (“Schindler’s List”, 1993) gibi filmlerde memuriyet yapmadan başyapıtlara imza atmıştı. İlkinde 13 yaşındaki Jim’i kavrayan bir ‘savaş aslında bir hayal mi?’ sorusunun izdüşümlerini görmüştük.
DEMILLE GÖNDERMELERİYLE ‘POLAR EXPRESS’ YOLUNA SAPILIYOR
Fakat “Fabelmanlar”da (“The Fabelmans”, 2022) öyle bir durum yok. İşin içinde “Harikalar Sirki”nden (“The Greatest Show on Earth”, 1952) başlayan bir sinemada film izleme süreci var. Cecil B. DeMille karakterleri de bu sayede işlevsel hale geliyor. İkonik sirk filminin büyülü dünyasına girmek esaslı uğraşlardan biri gibi.
Ancak çocuk Fabelman’ın ‘tren’ dokunuşu sessiz döneme bir tren garından Melies usulü saygı duruşunda bulunan “Hugo”dan (2011) ziyade noel umudu peşindeki piyasa işi hareket yakalama animasyonu “Kutup Ekspresi” (“The Polar Express”, 2004) kapılıp gidiyor gibi bir algı devreye giriyor nihayetinde. Scorsese ile cebelleşebilecek kadar ‘incelik’ barındırmıyor.
VASAT DURAN BİR STÜDYO MEMURİYETİ
Son dönemde Sorrentino, Cuaron, Hogg, Branagh, PTA kendi hatıratlarında genç karakterlerin üzerine gitti. Hakim oldukları yörelerinden fışkıran kalıcı işlere imza attılar. Ancak burada öyle bir durum yok. Spielberg sadece James Gray’in 2022 tarihli Focus ürünü “Armageddon Time”ı sollayabiliyor bu alanda. Baştan itibaren romantizmin yanına eklenen bir stüdyo memuriyeti var. O da aşırı vasat duruyor.
Filmin sinema göndermeleri, sözlü ve fiziksel olarak canlandığında keyif veriyor. 16mm sevgisi de bu duruma ekleniyor. Ancak ona kapılana kadar ortada formül bir köşeye sıkıştırılan Yahudi öğrenci hikayesi yerleştiriliyor. Bu durum karşısında ‘fazla duygusal’lığın mağduru olunuyor aslında!
LUNAPARK TRENİ ESTETİĞİNE DOLGUN KARAKTERLER EŞLİK EDİYOR MU?
Yönetmenin, filmin yapısını planlarken daha ziyade “E.T.”, “Üçüncü Türden Yakınlaşmalar” (“Close Encounters of the Third Kind”, 1977) ve “Yapay Zeka” (“A.I.”, 2001) gibi stüdyo memuriyetini planladığı çok açık. Kubrick’in mirasını sömüren vasat sonuncusundan bu yana ilk kez burada senaryoya el atarak hedeflerini ortaya koyuyor! Bu sayede de ister istemez “Kutup Ekspresi”yle rekabete giren bir lunapark treni estetiği devreye giriyor. Etrafta fazlasıyla tarihi öğe varken buna kapılmak ise fazlasıyla zor!
Üstüne üstlük çocuğun yanındaki karakterlerden Michelle Williams, Judd Hirsch ve David Lynch haricinde yazılan da yok. Onun yanına samimi diye eklenmiş birtakım tipler, tren rayında yürürken kendini lunapark treninde yuvarlanırken bulan bir formülün sözünü veriyor. Bu durum karşısında Fabelmanlar’ın yaptıkları da bize tesir etmiyor, ilkel ve fazla hesaplı gelebiliyor.
KAPANIŞ SEKANSI İKONİK
Sammy Fabelman’ın sabun köpüğü gibi bir irade öyküsüne kayarken sinematografik bir sıradanlıktan çektiği muhakkak. Bu durum da finaldeki David Lynch’in belirdiği “Posta Arabası”ndan (“Stagecoach”, 1938) “Kahramanın Sonu”na uzanan kaydırmayı anlamlı ve ikonik hale getiriyor.
Aslında buraya gelene kadar 30 dakika aşırı yavan ve bütünden kopuk geçiyor. Elektrikli bir şekilde tren rayına bağlanmayan bir yaklaşım var. Orası atılsa bir şey kaybedilmezmiş hissi de bırakılıyor.
SPIELBERG’ÜN ÇOCUKLUĞUNUN TRENİNE ATLAMA ŞANSI!
Ama oraya gelene kadar “Asi Gençlik” (“Rebel Without a Cause”, 1955) veya “Grease” (1978) etkili o kadar özgün durmayan bir gençlik filmi düşüncesi devreye girebiliyor. Sadece duygusallık ve arka planda fazlasıyla ‘dönemi yansıttı mı?’ dedirten bir yanılsama da bu duruma ekleniyor. Elbette Spielberg’ün çocukluğunun trenine atlama deneyimine kimse itiraz etmez.
Fakat bu durum gittikçe ışıltılı halini kaybedip vasat ve hantal bir irade yolcuğuna dönüşüp kontrolden çıkıyor. Tatsız tuzsuz yan karakterler ve oyuncular da o samimiyeti dolduramıyor. Hedefler “Hugo” veya “Teneke Trampet” ile rekabet iken “The Polar Express”in dijital sıradanlığına, çocuksuluğuna kapılma gerçekleşiyor incelikleri reddederek! Yönetmenin ilk yıllarının enerjisini mumla aratıyor.