8 Haziran’da Netflix’te başlayan “Hustle”, en iyi basketbol filmlerinden.
Adam Sandler’ın Happy Madison’a yaptığı en iyi işler arasına da katılıyor. “High Flying Bird” ile kardeşlik ilişkisi kurarken ‘acid bir spor seansı’ ile ‘teknolojik bir itiş kakış’ arasında kendi kılcal damarlarını arıyor.
FİLMİN NOTU: 6.8
ENTELEKTÜEL BİR KÖŞEYE SIKIŞMA ÖYKÜSÜ
Günümüzün spor dünyasının teknolojiyle ilişkisi “Kazanma Hırsı”ndan (“Any Given Sunday”, 1999) bu yana ele alınıyor. Orada Oliver Stone, ‘bilgisayar oyunu estetiği’ne kadar götürdüğü akıllara durgunluk veren bir biçimcilikle hareket etmişti. ‘Hayat bir temas etme sporudur’ lafının felsefi katmanlarını keşfe çıkan modern bir tech-futbol filmi başyapıtına imza atmıştı.
Bu eylem planının etkileri bugüne kadar uzandı. “Hustle”da (2022) aslında Jeremiah Zagar kamerayı ortaya bırakıp fazla yapay bir etme-bulma dünyasının içerisine bırakıyor. Ama Adam Sandler’ın Sugerman ise karakterini sürekli bir köşeye saklıyor. Bu durum merceğin flulaşması, dar odağa kayması ile gerçekleşebiliyor, ya da ciddi anlamda bir köşeye sıkışma hali var.
‘JERRY MAGUIRE’IN DRAMATİK YAPISI İLE ‘KAZANMA HIRSI’NIN GÖRSEL YAPISI KESİŞİYOR
Asla “Uncut Gems”deki (2019) Howard Ratner tiplemesindeki gibi kendini öne çıkarmıyor oyuncu. Aksine bir sistemin ve teknolojik karmaşanın ‘acid’ ya da ‘dramatik’ halini arayışa çıkıyor. Bu sefer bir ‘scout’ tiplemesinin içerisine kendini sokmayı tercih ediyor. ‘Locked-down shot’ tekniğinin bolca devreye girip esas açı-karşı açının devre dışı kalmasıyla sadece yıldıran konuşmasını bize dinletebiliyor çokça.
Bu sayede de aslında ‘spor menajeri-sporcu ilişkisi’ne odaklanmasıyla öne çıkan “Yeni Bir Başlangıç” (“Jerry Maguire”, 1996) ile video klip estetiği zirvesi “Any Given Sunday” arasında köprü kurmaktan keyif alan bir yapıtın kendine özgü sallantılarına adapte oluyoruz. Bu durumdan çıkanlar da aslında ‘teknolojik bir itiş kakış’ın başka bir hali gibi.
‘PSYCHO-NOIR’ İLE ‘TECH-THRILLER’ ARASINDA GİDİP GELEN GÜRÜLTÜ SAĞANAĞI
Ama bunu yaparken sürekli gerçek basketbol görüntüleriyle kurmaca damar gidip geliyor. Zagar, 2017’de Sundance’in Next bölümünün en iyisi “Biz Hayvanlar”da (“We The Animals”) animasyon da kullanan yaratıcı bir büyüme hikayesine imza atmıştı. Orada işin içine cinsel kimlik de girmişti. Bu kez ise sonunda bile ciddi bir basketbol sahnesi görmediğimiz hesaplı bir gürültünün içine atıyor bizi.
Bu durum karşısında ‘kılcal damarlar’da dolaşan filmin “Uncut Gems”den daha planlı bir görselliğin izinin sürüldüğü söylenebilir. Kafa şişiren Sugerman’in eleştirel acid seansına ve bireysel döngüsüne dönüşebiliyor. Psycho-noir ile tech-thriller arasında gidip gelme sporun ritim farkı ile sinema garantisi veriyor aslında. Bu durum tonlar arasındaki yolculuğu anlamlı dokunuşlarıyla onarıyor. Bu da çok sağlıklı destek buluyor Zagar’ın evreninde!
KARİKATÜRİZE YAN KARAKTERLER DÜZENİN TEMSİLCİSİ
“Savaş” (“The War”, 1994) ile “Düşler Diyarı”nı (“Beasts of the Southern Wild”, 2012) bir araya getiren, “Altar Boys”a (2002) kardeş olarak gelen büyülü gerçekçi live-action-animasyon indie’sinden sonra burada kafası gidik Sugerman’in zihnine girip çıkma olanağı buluyoruz. Onun etrafındaki aşırı karikatür tiplerle aslında ‘sistem’den söz edilen bir evren izinde hareketlendiği gözüküyor.
Zamanla Al Pacino’nun Tony D’Amato’suna (Kazanma Hırsı) dönüşme de gerçekleşiyor. Latin basketbolcu Juancho Hernangomez ise aslında ‘gerçek bir figür’ olarak işin sahiciliğini arttırmaya yarıyor. Bo Cruz ile Stanley Sugerman arasındaki diyalog kafa şişiren bir enerji niyetine canlanıyor. Bunun farklı ufukların peşinde dolaşırken aslında Robert Duvall, Ben Foster ve Queen Latifah’dan da destek aldığı görülüyor.
AÇILIŞ VE KAPANIŞ SONRASINA KALACAK ŞEKİLDE TASARLANMIŞ
Zagar filmin başını ve sonunu ucu açık bırakarak bir bakıma basketbolun teknolojik bir kargaşaya veya kuru gürültüye dönüştüğünü ima ediyor. Bunun adını da koyuyor. Aslında ekranın farklı yerlerini kullanırken de bilgisayar oyunu niyetine bir canlanma gerçekleşiyor. Bu sayede 2000 sonrası en iyi basketbol filmini deneyimliyoruz.
“Dönüş Yolu” (“The Way Back”, 2020), “Zafere Doğru” (“Glory Road”, 2006), “Air Bud”ı (1997) rahatlıkla sollarken “Hoosiers” (1986), “Beyazlar Beceremez” (“White Men Can’t Jump”, 1992), “He Got Game” (1998), “High Flying Bird” (2019) gibi eserlerin yanına yerleşiyor. Hatta bunların memuriyet başarısına da yeni bir şeyler katıyor.
SANDLER’IN ŞİRKETİNİN EN İYİ ÜÇ FİLMİ ARASINDA
Basketbolun ‘scout’ işi üzerine bir şeyler söylüyor. Felsefi metinler açıyor Zagar. Bunu da aslında dar odak ve flulaştırma üzerinden yabancılaştırılmayı ‘estetik’ anlamda yaşama ile gerçekleştiriyor. Bu sayede de bize değişik kılcal damarlardan basketbol piyasasına veya spor endüstrisine dair teknolojik ve melankolik bir ağıt izletiyor bir bakıma.
Sandler’ın Happy Madison Productions’ının 2022 itibarıyla “Bay Deeds” (2002) ve “Pixels” (2015) ile beraber en iyi üç filminden birini deneyimliyoruz. 40’ı aşkın uzun metraj üretiminin arasında bu da başarıdır demek istiyoruz. Ama özellikle spor filminde aranan iz bırakma hamlesi burada Zak Mulligan-Jeremiah Zagar birlikteliğiyle ciddi bir sinematografik başarı eşliğinde geliyor!