Oyuncu Greta Gerwig, ikinci solo yönetmenliği “Küçük Kadınlar”da (“Little Women”) yıllardır bilinen bir romanın sinemadaki en taze uyarlamasına imza atıyor. Saoirse Ronan’dan aldığı sahicilikle ise mest ediyor. 92. Oscar Ödülleri’ne ‘En İyi Film’ ve ‘En İyi Uyarlama Senaryo’ dahil altı dalda aday olan filmi, 49. Uluslararası Rotterdam Film Festivali’nde De Doelen Grote Zaal’da yapılan Hollanda prömiyerinde izledim. “Küçük Kadınlar”, 14 Şubat’ta vizyona girecek.
Filmin notu: 6.5
2010’larda bildik romanların dönem filmi uyarlamaları şahlandı
2000-2019 arasında dönem filmlerinde hayran olunacak bir hareketlilik geldi. Gerçek anlamda çok klasik metinleri sınırları zorlayarak yansıtmak özellikle son 10 yılda modaydı. 2012’de “Anna Karenina”, 2011’de “Uğultulu Tepeler” (“Wuthering Heights”) Joe Wright ve Andrea Arnold’un elinde modern/postmodern klasiğe dönüştüler. Çok bilinmese de Clara Van Gool’un Henry James uyarlaması “The Beast in the Jungle”ını (2019) da bunların arasına ekleyebiliriz.
Greta Gerwig ise Joe Wright’ın Ian McEwan uyarlaması “Kefaret”teki (“Atonement”, 2007) Keira Knightley’nin Cecilia Tallis’inin işlevini üstlenen bir ana karakter (Jo) yaratıyor kendi “Küçük Kadınlar”ında. Louisa May Alcott’un meşhur romanı; 1917, 1918, 1933, 1949 uyarlamalarıyla anılır. 1994’teki Winona Ryder’lı Gillian Armstrong imzalı eser ise demode ve teatraldir.
Gerwig'in dönem düşleri yavaş yavaş canlanıyor
Sinemacı, 2008’de Joe Swanberg’le beraber kamera arkasına geçtiği, lineer akışı bozan gerçekçi ilişki filmi “Geceler ve Haftasonları” (“Nights and Weekends”), 2017’de “Uğur Böceği” (“Lady Bird”) derken üçüncü yönetmenlik denemesine imza atıyor. Yine bir ‘tazelik’, ‘güncellik’ ve ‘canlılık’ katıyor dönem filmine. Açıkçası modern/postmodern bir gençlik incelemesi sunuluyor. “Kefaret”teki Knightley’nin ana karakterinin kardeşini canlandıran Saoirse Ronan, yine Gerwig’in elinde parlamış.
Onu o kadar sahici kavrıyor ki senarist/yönetmen adeta hayran olmamanın imkansız hale geldiği bir başrole dönüştürüyor. Bunun da filme büyük katkısı var. Emma Watson “Güzel ve Çirkin”de (“Beauty and the Beast”, 2017) kendini ispatlamıştı, burada idare etmiş sadece. Florence Pugh iyi, Laura Dern de az ama öz olsa da iz bırakıyor. Sanki Chris Cooper ve Meryl Streep, Gerwig’in dönem düşlerinin yan ürünleri olarak canlanıyorlar, senarist iziyle ve incelikli makyaj desteğiyle parlıyorlar.
Yönetmen, “Uğur Böceği”nde bir yıllık kahramanının taptaze hikayesini incelemişti. X kuşağının Y kuşağının yerine geçmesini öğütleyen zarif bir tarihi atmosfer vardı. Burada da baştan itibaren yıllık kıvamında bir ‘Küçük Kadınlar’ kitabının adının yanına da boşluk koyuyor, böylelikle hedefini belli ediyor. 20. yüzyılın ilk yarısı ABD’sinde bir çeşit anti-çizgi roman kahramanlarını keşfe çıkıyor.
Sarayı talan eden gençlik portresi
Alexandre Desplat’nın besteleri fazlasıyla ikonik ve etkileyici. Popüler ezgileri akla getirerek iz bırakıyor. Onun izinde filmin gençlik portresi daha güncel ve taze hale geliyor. Yorick Le Saux’nun sinematografisi “Uğur Böceği”nin Sam Levy’si gibi X kuşağının Y kuşağına ders vermesi kıvamında taze bir dönem portresi çıkartmıyor belki. Ama kareleri, lensleri ve açılarıyla gerçekten iz bırakıyor. Sıra dışılıkla görkemin bir araya eklektik bir şekilde gelmesi göz kamaştırabiliyor.
Bir anda yanları boşluk olan açılar, genel planlarla neredeyse Wes Anderson evreninden fışkırmış, “Tenenbaum Ailesi”nin (“The Royal Tenenbaums”, 2000) tarihi şubesi niyetine bir saray devreye girebiliyor. Amerikan dönem filmine feminist bir gençlik aşısı bu sayede yapılıyor. Burada da büyük oranda böylesi bir hedef var. Nick Houy’un sanki günümüzde geçiyormuş gibi hızlanan enerjik kurgusuna eşlik ederek dönemi talan eden bir gençlik var.
'Uğur Böceği'nin devamında yıllık kahramanları 19'uncu yüzyılda!
Burada “Marie Antoinette”le (2006) akrabalık daha bir bariz. Sofia Coppola’nın oradaki yaklaşımı, canlılığı ve disko kültürünü geçmişe götürmesi arzusu burada da var. Çok dinamik ve fazlasıyla capcanlı, sanki 90’larda gençliğini yaşamış bir kuşak sunuluyor. “Uğur Böceği”nin devamı olarak tasarlanan , ‘yıllık kahramanlarının tarihi bir ortamda koşuşturmaca’sı canlanıyor.
Bunun içinde Timothée Chalamet, Louis Garrell de çok iyi tasarlanmış. Sanat yönetimi de aslında bir çeşit fanusun içinde bu toplama eşlik ediyor. Deneyimli kostümcü Jacqueline Durran, daha parlak renklerde tasarımlarla klasik mimariye ayrı bir boyut katabiliyor. Oyuncuların coşkusu bizi etkiliyor. Gerwig’in dönem algısına hayran kalıyoruz, onun bu yetkinliği ile üzerine giydiği ‘feminist Wes Anderson’ kıyafeti ABD’ye çok iyi geldi. Bu hareketlilik bize tesir ediyor.
“Küçük Kadınlar”, en son iyi uyarlaması 1949’da yapılmış zamanı geçmiş bir kaynak için gerçekten derslik bir film. Ama 135 dakikada enerjisini kaybederken “Uğur Böceği”nin 94 dakikası civarında bağlansaydı büyülü dönem atmosferiyle daha etkili olabilirdi. Kurgucunun dinamizmi, yapım tasarımının tazeliği ve kostüm tasarımının içtenliği süre uzadıkça baltalanıyor. Oscar için üretildiğini süresiyle belli eden bir film izliyoruz esasen. Esas problem de bu gibi...