Steven Soderbergh’in Warner için ürettiği “No Sudden Move”, Tribeca 2021’de prömiyerini yaptıktan sonra 1 Temmuz’da HBO Max’te açıldı. 1950’ler Detroit’inin otomotiv endüstrisine dair söyleyecekleri olan, retro dokulu ve iyi çekilmiş bir soygun filmi. Neo-noir diyarlarında artistik patinaj yapıyor. ‘Hızlı ve Öfkeli’nin araba kültürüne kafa şişiren yaklaşımına cevap olarak geliyor ve serinin bütün filmlerini solluyor.
FİLMİN NOTU: 6.5
WARNER’IN ESKİTİLMİŞ LOGOSUYLA BAŞLIYOR HER ŞEY
Orson Welles 1940’larda “Şahane Ambersonlar”da (“The Magnificent Ambersons”, 1942) karşımıza bir otomotiv mafyası patronu çıkarmıştı. 2021’e gelindiğinde Soderbergh böyle bir eğilimde bulunuyor. Senaristlik koltuğunda ise sihirbazları melez bir soygun filmine kaydıran zeki “Sihirbazlar Çetesi”nin (“Now You See Me”, 2013) müsebbiplerinden Ed Solomon var. Yönetmen, sinematografi ve kurguyu da kendi hallederek retro dokulu bir soygun filmine imza atıyor.
Cheadle-De Toro-Culkin üçlüsünün ekibi “Ocean’s Eleven”a (2001) da benziyor zaman zaman. Açılış ise 1.33:1 çekilmiş ikonik neo-noir örneği “İyi Alman”da (“The Good German”, 2006) olduğu gibi sanki Warner’ın eski logolarına ışınlanma getiriyor. Ama o kadar iddialı bir ‘format’ kullanımı görmüyoruz. Fakat yapısal açıdan iki film arasında gidip gelme var.
NEO-NOIR DİYARLARINDA ‘BALIK GÖZÜ’ EĞİLİMLİ ARTİSTİK PATİNAJ
Soderbergh 90’larda “Denizci” (“The Limey”, 1999) ve “Aşk ve Para” (“Out of Sight”, 1998) gibi filmlerde kariyerinin sonuna gelmiş suçluları özgün sinema filmlerine malzeme etmişti. Burada suçlulara yaklaşımın ise en ilginç tarafı 1950’ler Detroit’inin otomotiv piyasasının etrafında dönmek oluyor. Bu sayede de Hızlı ve Öfkeli’nin ilk filminin bile yapamadığı bir alt metin cümbüşü ve zeka kıvılcımı karşımıza çıkıyor.
Film-noir’ın altın döneminde geçen retro dokulu filmde yönetmen bolca neo-noir fetişizmi yapıyor. Bu artistik patinaj ise aslında dutch angle (çarpık açı), balık gözü objektif ve fıçılama eğilimli sinematografi tercihleriyle gerçekleşiyor. Renk filtreleri de bunlara eklenebiliyor. “No Sudden Move”, 1970’lerde çekilmiş bir soygun filmi gibi gözüküyor göze çokça.
BRENDAN FRASER VE MATT DAMON OLUMLU ANLAMDA ŞAŞIRTIYOR
Ancak günümüzde böylesi dingin, temposunun gereğini yerine getiren bir tür sineması örneği yapmak her baba yiğidin harcı değil! Bunu becerirken Cheadle, Del Toro, Culkin’e Ray Liotta, Brendan Fraser, Matt Damon ve Bill Duke da ‘elebaşı’ figürleri olarak katılıyorlar. Filmde kast olarak tek problem sanki kadın oyuncular için canlanıyor. Julia Fox devreye girse de iz bırakmaktan uzak bir şekilde çiziliyor.
Jon Hamm’in yozlaşmış polisi devreye mantıklı giriyor. Soderbergh kariyerinde bağımsız filmlerle stüdyo filmleri arasında gidip gelmiştir. Ama ikinci durakta bazen daha çok keyif verebilir. “No Sudden Move” da onlardan beri. “Striptiz Kulübü”nden (“Magic Mike”, 2012) bu yana yönetmenin “High Flying Bird”le (2019) beraber yaptığı en derli toplu filmini izliyoruz bu sayede.
OTOMOTİV ENDÜSTRİSİNE DAİR SÖYLEYECEKLERİ VAR
Kameranın dingin kaydırmalarıyla fıçılama tekniğinin buluşmasının devasa arabalarla iç içe geçirilmesi aksiyonla sömürülmüyor. Sanki 30’ların gangster filmleriyle “İtalyan İşi” (“The Italian Job”, 1969) arasında köprü kuran bir 1950’ler tasarlanıyor. Peter Collinson’ın araba yarışı-soygun filmi klasiği, “Hızlı ve Öfkeli 5: Rio Soygunu”nu (“Fast Five”, 2011) da etkilemişti. Ama burada banka soygunu da çokça “Bonnie ve Clyde”ı (“Bonnie and Clyde”, 1967) akla getirebiliyor.
Yavaş çekimin de fıçılamanın da müthiş kullanıldığı, genişin ötesi objektiflerin görsel cümbüşe alan açtığı 1950’ler portresi, Amerikan otomotiv piyasasındaki yozlaşmalara dair söyleyecekleri olan bir filme açılıyor. Bunu suçlularla, anti-kahramanlarla yapıyor her şeyden önce. Bu da işlevsel! Tolga Örnek’in “Devrim Arabaları” (2008) ile de kardeşlik ilişkisi kuruluyor.
“No Sudden Move”, “Sihirbazlar Çetesi” ve “Hırsızlar Şehri”yle beraber (“The Town”, 2010) 2010 sonrasının en başarılı üç soygun filmi arasına giriyor. Otomotiv piyasasıyla ilgili damarıyla neo-noirda artistik patinaj yapan retro dokulu bir tür sineması örneği olmaktan keyif alıyor. Bunu da bize hissettiriyor. Arabaları öne çıkarmadan dönen dolapların dolandırıcılık nesnesine dönüştürmek de her şeyden daha değerli.
DÖNEMİ İNCE İNCE İŞLEYİP ‘HIZLI VE ÖFKELİ’YE DERS VERİYOR
Bu açıdan ‘Hızlı ve Öfkeli’ kafa şişirirken dingin bir mesaj veriyor Soderbergh. Kendini kurgucu ve görüntü yönetmeni olarak da farklı takma isimlerde canlandırıp retro dokulu ve stilize bir tür filminin içerisinde alıyor soluğu. Sırları da aslında finalde gerçekleri ortaya dökmekle aydınlatmayı seçiyor.
Böylece biyografik damar sömürülmeden düzgün bir tür sineması örneğinin içinde gayet iyi eritiliyor. Auteur ve memur ruhu dedikleri de böyle bir şey olmalı! Soderbergh’in dönemi de ince ince aşıladığı bir zekayla geliyor. “Ocean’s Eleven”ın Me Too sonrasından çıkan olmamış devam filmi “Ocean’s Eight”i (2018) sollarken ise zorlanmıyor.