20-30 Ocak arasında düzenlenen Sundance 2022’nin Dünya Sineması Kurmaca Yarışması’nda Güney Amerika hakimiyeti vardı. Genelde mekanik kullanılan egzotik diyarlar, etnik kökenler ve kadın hikayeleri yarışmanın ana temasıydı. Ama özellikle iki bilinmedik masal kalıcı olacaktır: “You Won’t Be Alone”, “The Cow Who Sang a Song into the Future”. Hatta ilkinde ‘modern klasik’ kumaşı var.
GÜNEY AMERİKA SİNEMASINDAN DÖRT FİLM
Dünya Sineması Kurmaca Yarışması’nda Güney Amerika’dan dört film gördük. Üçü ilk çıkış, biri ise ikinci eserdi. Gabriel Martins daha önce film demeye bin şahit isteyen ilk solo uzunu “In The Heart of The World” (2019) ile Rotterdam ana yarışmaya girmişti. Orada ciddi bir iç piyasaya yapılmış dizi pilotu görünümü vardı.
“Mars One”da bir uzay programının çevresindeki insanların psikolojik sıkışmışlığını ele alıyor. Innaritu’nun kesişen hayatlar filmleriyle rekabet arzusu var. Ancak etnik çeşitlilik ve cinsel kimlik mücadelesine rağmen eserin turistik eğilimlerin dışına çıkamadığı tanıklık etmek mümkün!
BOLİVYA’DAN EKOLOJİK GÖRÜNÜMLÜ PASTORAL EZİYET
Bolivya geleneği olmayan bir ülke sineması. Ama Alejandro Loayza Grisi’nin ekolojik natüralizmden beslenen ve meditasyon olarak anılan “Utama”sı 2.35:1 formatında bir iddiayla yola çıkıyor. Ancak bir erkeğin ‘kızılderili’ye benzer halleri ile çöllerde bir serap peşinde oturmasının ötesini getirmiyor aslında. Kendini kanıtlamış görüntü yönetmeni Barbara Alvarez’in –ki “Başssız Kadın”, “Whisky”, “Acné’de çalışmıştı- başarılı görüntülerine kısım kısım rastlasak etkilenebiliriz.
Ama ülkenin içinden çıkan bir çeşit yabancıl ve egzotik western’e de dönüşebiliyor. Ağırlıklı olarak yöresel Quechua dilinde çekilse de boş bir gezinin ötesine geçemiyor aslında. Kurgucu Fernando Epstein’ın ise “Divine Love” (2019) ve “Neon Bull”dan (2015) sonra buraya bir şey getirmediği söylenebilir. Bölgeye seyahat etme arzusu yaratmanın ötesini uyandıramayan vasatın altında bir yapıt izliyoruz. Pastoral ve natüralist yürüyüşler ‘turistik’ olmakla kalıyor.
İki kadın ana karakterli eser ise daha sinemasal işlerdi. “Dos Estaciones”de 50 yaşındaki tekila fabrikası işçisine yaklaşım elbette bir mekanik ağır tempo getiriyor. 95 dakikada fazla sabit plan üzerine gidiyor. Onun sarhoşluğunu resmeden anlardan ziyade ödüle ulaşan Teresa Sanchez’i kalıcı hale getiriyor. Juan Pablo Gonzalez’in belli bir tutarlılık kattığı söylenebilir aslında.
ŞİLİ’DEN UFUK AÇICI BİR FİLM
“The Cow Who Sang a Song into the Future” ise fantastikten müzikale oradan korkuya ve drama atlayabilen özellikli bir film. Adeta Bresson’un “Rastgele Balthazar” (“Au Hasard Balthazar”, 1966) taze bir yorum gibi geliyor. Ona Lorca’nın büyülü gerçekçi metotlarıyla farklı bir model arıyor. Temelde Valdivia’daki bir nehrin artıklarından doğan Magdalena ve onun çevresindeki aile bireylerini ele alıyor.
Özgün bir koreografinin peşine düşüyor. Francisca Alegria baştan sonra bir hissiyat sinemasına imza atmış. Bu en çok Alche’nin “A Family Submerged”inin (2018) rahatsız ediciliği ile Celia Rowlson-Holl’un “Ma”sının (2015) özgün koreografisini akla getiriyor. Ama başka katmanlarda dolaşıyor. Dirilen ana karakterin Mia Maestro gibi bir isme emanet edilmesi dahi bir kalitenin sözünü veriyor.
İneğin sürekli bir şarkıyı aslında bir müzikal müdahalesi olarak devreye sokması çevre kirliliği ve fabrika atıklarına dair de yapılabilecek en yaratıcı hamlelerden birini gerçekleştiriyor. Perulu Inti Briones’in (“Optical Illusions”, “Bonzai”, “To Kill a Man”, “The Loneliest Planet”) sinematografik sarhoşluktan çokça besleniyor.
Ona ise kült Fransız sinemacı Mandico’nun bestecisi Pierre Desprats özgün bir müzik eklemesi yapıyor. Biz aslında fantastik ile müzikal arasında gidip gelse de melez ve büyülü gerçekçi bir Şili müzikali izliyoruz. İnek ise çok zeki bir şekilde bu durumun öncüsü ve yönlendiricisine dönüşüyor. Belki de bu hayvanın kullanımına en özgün eklemelerden birini şaşkınlıkla izliyoruz.
Alegria, bir Güney Amerika mitini ya da masalını kendine göre eğip büküp nev-i şahsına münhasır kurallar koyuyor büyük oranda. Kendi yaşam biçimini yaratan bir vizyon var. Bunu yaparken de aslında hem öte dünyadan hem koreografilerden hem de başka şeylerden besleniyor. İneği ise Mia Maestro seslendiriyor! Alfredo Castro ve Leonor Varela bu duruma çok şey katıyor.
MAKEDONYA’DAN MODERN BİR FOLK HORROR KLASİĞİ GELİYOR
Avustralyalı-Makedon sinemacı Goran Stolevski’nin “You Won’t Be Alone”u ise Avustralya Yeni Dalgası’nın üçüncü kuşağının Resnais’yi “Hayat Ağacı” (“Tree of Life”, 2011) ve “Beni Orada Arama” (“I’m Not There”, 2007) birleştirmiş hissi bırakıyor. Bakış açısı planları, vücut değiştirme ve şekil değiştirme üzerine kurulu büyülü yapısıyla asap bozan bir yapıt. Yöresel Makedon efsanesinden çıkan modern bir folk horror klasiğine dönüşmeye oynuyor.
Rapace’den Marinca’ya, Klimoska’dan Englert’e uzanan çok uluslu kimlik bunalımına dair yorumlar asap bozuyor. Karaktersiz ilerlenen bir ruhsal yolculuk sunuyor. Matthew Chuang ile Mark Bradsaw’un görüntü-müzik birlikteliğiyle 1.33:1’de müthiş bir stilize sahicilik getiriyor. Hipnotize edici yalnızlık senfonisi hayran bırakıyor. Ağır tempolu olsa da sonunda da düşündürtüyor! Yönetmen ise Dominik’in yerine oynuyor!
Ezber bozarak Cadı ya da kurt yiyenin gözünden akan filmin ‘folk horror’ alanında da çığır açacağı söylenebilir. Benzersiz yapısıyla meditasyonu kendine göre yorumlayan bir film izliyoruz. Baştan sona da gizemine de özgün dünyasına da bizi alıp götürüyor. Stolevski Makedon doğumlu olmasıyla Juraj Herz’in Çek Yeni Dalgası klasiği “Morgiana”sını (1972) akla getiriyor ve Virginia Woolf uyarlaması “Orlando”yu (1992) referanslar arasında gösteriyor. 2022’nin “A Ghost Story”si (2017) olmaya oynuyor. David Lowery’nin eseri 2017’de Sundance’den çıkıp kısa sürede modern klasiğe dönüşmüştü.
FİLİPİNLER VE FİNLANDİYA’DAN SAMİMİ DENEMELER
Onun gibi tam ekran formatını devreye sokan “Leonor Will Never Die” ve “Girl Picture” yarışmanın en samimi işleriydi. İlkinin 80’lerin Filipin aksiyon yıldızı üzerine kurulu meta-komedi yapısı keyifli. Final sekansındaki müzikal koreografisiyle noktalanma ise sinema ve beyaz perde sevgisini kalkındırmaya yarıyor. Leonor’un tercihleri ve dönüştürücü gücü bize işliyor. Martika Ramirez Escobar ise ülkeden feminist bir çıkış yapmaya oynuyor.
“Girl Picture” ise Finlandiya yapımı özgürlükçü bir gençlik filmi. Gerçekten de cinsel kimlik mücadelesini kendine özgü bir şekilde yorumlamayı beceren bir eser. Enerjisiyle süresi boyunca avcuna alıyor. Finlandiya’dan Harmony Korine arayışına çıkıyor! Alli Haapasalo kurgusundan karakterlerine kadar samimi bir yapıta imza atıyor. Ama öyküsündeki özgün problemini de zafiyete dönüştürebiliyor.
UKRAYNA DOĞASINI SİNEMASAL FONA DÖNÜŞTÜRÜYOR
Türk ortak yapımı “Klondike”da Maryana Er Gorbach güncel bir politik olaya kendi penceresinden bakıyor. 2014 Donbass Savaşı’nın hamilelik ve evlilik üzerinden özel yaşamsal portresini görüyoruz. Bu durum da Ukraynalı görüntü yönetmeni Svyatoslav Bulakovskiy’nin vurucu pastoral görüntülerini deneyimlememizi sağlıyor. Loznitsa’nın “Donbass”inin (2018) altında olsa da “Utama”nın üzerinde bir minimalizm algısı var filmde. Ana seçkideki sekiz kadın hikayesine ise politik açıdan en etkili olanı ekledi.
“Brian and Charles” ise robot-insan ilişkisi öykülerine Universal’a satılsa da küçük ekranda bir Büyük Britanya poker surat iki kafadar filmi açılımı getirdi. Yönetmende ise bir Edgar Wright kumaşı arandı açıkçası! Bu açıdan gerçekçilik ve beyazın tonları ‘perde’den ziyade ‘sanal platform’ seyirliği hissi yarattı. Mizah anlayışı ise Galler’den aslında yine bilinmedik bir doğada yabancılaştırıcılık katkısı yapmakla kalıyor.
KEREM AKÇA’YA GÖRE SUNDANCE 2022 DÜNYA KURMACA YARIŞMASI FİLMLERİNİN SIRALAMASI:
1-You Won’t Be Alone 9
2-The Cow Who Sang A Song Into the Future 7.5
3-Leonor Will Never Die 5.6
4-Girl Picture 5.5
5-Dos Estaciones 5.3
6-Klondike 4.5
7-Brian and Charles 3.8
8-Utama 3.8
9-Mars One 3.7