Kerem Akça, 2 Şubat 2018’de vizyona giren filmleri değerlendirdi
KEREM AKÇA / kerem.akca@posta.com.tr
Amerika’nın bilinmeyen kasabalarındaki ahlaki, cinsiyetçi ve vicdani sorunları açığa çıkarmak için sembolik ‘üç bilboard’ kullanan, zeki bir kara komedi… En İyi Film dahil 7 dalda Oscar adaylığına ulaşan, Martin McDonagh’ın senarist-yönetmen imzasıyla üçüncü çalışması “Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri”, incelikli hesaplanmış diyalogların ve müthiş yazılmış karakterlerin ortasında akan keskin bir hiciv. Başrolde Frances McDormand, “Fargo”dan bu yana ilk kez bu kadar net bir şekilde şov yapıyor, döktürüyor ve kendine hayran bırakıyor.
Tacizcilere karşı meydan okuma
“In Bruges” (2008) ve “Yedi Psikopat” (“Seven Psychopaths”, 2012) ile İngiliz kara komedisinde fark yaratma iddiasında bir yaratıcıydı. Martin McDonagh, ülkesinde tiyatroyla sanata giren bir isimdir. Bu konudaki vukuatları sürmektedir. Açıkçası kardeşi John Michael McDonagh’ın çektiği saf İrlanda komedisi “The Guard”da (2011) yapımcı olması da tesadüf değil.
Onun filmlerinde genelde çokça konuşan, geveze karakterler görürüz. Bunun devamında da İngiliz komedisinin tarihindeki ‘diyalog komedisi’ akla gelir. Açıkçası belki de Ealing komedilerine kadar götürülebilir işin ucu. “Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri” (“Three Bilboards Outside Ebbing, Missouri”), onun gözünden bir Amerikan vilayetine bakıyor. Böylelikle Coenler’in tuhaf aksanların konuşulduğu, bilinmeyen bölgeleri arşınlayan suç filmlerine saygıda kusur etmeden kendi ‘Avrupalı’ dokunuşunu da katıyor.
Açıkçası “Fargo” (1996) ve “Kansız” (“Blood Simple.”, 1984) ilk zihnimizde belirenler. Mildred Hayes adlı, Frances McDormand’ın canlandırdığı karakter, oyuncunun oradan bu yana ilk kez böylesi ağırlıklı bir performans mucize yaratmasına olanak tanıyor. Açılıştan itibaren poker surat komedisinden beslenen, bunun yanına da nokta atışı sözleri kalıcı bir aksanla senaryonun akışına bırakan harika bir performans var.
Onun kızı Sandra Hayes’in cinayeti üzerinden yürüyen bir ‘sosyal eleştirisi’ beliriyor ortada. Mildred, onun ölmesini umursamayan şerifi, aşırı beyaz otorite figürünü eleştirmek için Ebbing, Misouri’nin dışındaki üç billboard’a şerifin güvenliği sağlayamadığını iddia eden yazılar yazdırır. Bu durum televizyona sızınca Woody Harrelson’ın karakteri vicdan azabıyla yüzleşme, gerçekleri vurgulama ve yalanlarına devam etme stratejilerini izliyor. Amerika’nın hazin ırkçılık, cinsiyetçilik sorunun merkezi gibi…
Barbara Stanwyck ile Kati Outinen’i birleştiren bir ‘femme fatale’
Açıkçası bu bölgeyi Debra Granik’in “Gerçeğin Parçaları” (“Winter’s Bone”, 2010) adlı filminde de görmüştük. McDonagh, “Yedi Psikopat” ile ‘meta-kara komedi’yi “Yedi Samuray” (“Shichinin No Samurai”, 1954) etkili harekete geçirmişti. Burada da sanki 50’li 60’lı yıllardan, bir Samuel Fuller kara filmlerinin kumaşı, farkı akla geliyor. Onun filmlerinin özündeki ‘eleştirel bakış’ ve ‘bağımsız ruh’ (“Pickup on South Street” / 1953, “The Naked Kiss” / 1954 örnekleri var) ile Ealing komedileri iç içe geçiyor sanki.
Sam Rockwell de kadının yaktığı adam olarak, bu acının çıkarımını yapmasıyla dikkat çekiyor. Ortadaki ‘üç billboard’, bir anlamda Amerikan kasabasının ahlaki ve vicdani değerlerden uzak durduğunu anlatma hedefiyle devreye sokulmuş. Fazlasıyla ‘gözler önüne serme’nin ‘meydan okuma’ ile karşılık bulmasını duyuruyor. Bu da zeki bir şekilde yapılıyor. Adalet arayışı senaryoda dengeli ve çok iyi işleniyor.
McDormand, çok ölümcül bir kara film ‘femme fatale’i (vamp kadın) olarak beliriyor. Ama 50’li, 60’lı yıllardaki daha tehlikeli olanlardan elbette… Barbara Stanwyck ile aşık atabilecek seviyede. Ama bunu mizahla yaparak İngiliz komedisinden bir poker surat desteği alıyor. Finli minimalist komedisi ustası Karusmaki’nin tepkisiz Kati Outinen’i ile Stanwyck’in kimliklerini birleştiren hınzır bir karaktere dönüşüyor.
Western filmlerinin has eyaleti sosyal taşlamaya malzeme ediliyor
Yönetmenlikte ilk filmden beri problemleri çözemeyen Martin McDonagh en derli toplu işine imza atmış. Bazı detay planlarda problem yaşasa ve sahneleri gereğinden fazla uzatarak tiyatro sahnesini akla getirse de hikaye kurgusunun planlı hali bu zaafları kapatabiliyor. Bu kaynaktan da karakterler müthiş işliyor. Bir diyaloğun bile fazlalık olmadığı bir ortamda ‘tuhaf aksan’ ile kasaba yaşamı vurgulanıyor. Western-noir omurgalı kara komedi de bu kaynaktan bir annenin feryadını ‘suç’ öğeleriyle açığa çıkarıyor.
Halkın sesi olabilen üç billboard’un, yani yüksek ses yerine büyük puntolu yazılarla bütün ahlaksızlıkların ve kirli çamaşırların ortaya dökülmesi hem trajikomik hem de zekice. ABD’nin ortadoğusundaki, birçok western filmine malzeme olmuş Missouri eyaleti tabiri caizse yerle bir ediliyor. Asıl hedef bu türün göbeğindeki tutucu ve seksist prototiplerin eleştirilmesi. Kaçacak yeri kalmayan otorite temsilcilerinin, utançtan ne yapacaklarını şaşırdıkları yaşam senaryonun nokta atışı cümlesini devreye sokabiliyor. McDormand’ın merkeze yerleşmesi de ‘kadın gücü’nü ortaya koyuyor.
“Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri”, zaman zaman Yugoslav Kara Dalgası’nın öncüsü Makaveyev’in “İnsan Kuş Değildir”ini (“Covek Nije Tica”, 1965) de akla getiren sosyal hiciv dolgulu bir kasaba tasvirine sahip. Balkan sineması desteği ilginç bir hava katabiliyor. Fox Searchlight, uzun isimden söylem kaygısına McDonagh’ı tamamen bağımsız bir işe teşvik etmiş. Bunun meyvesini de almış.
FİLMİN NOTU: 6.7
Künye:
Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri (Three Billboards Outside Ebbing, Missouri
Yönetmen: Martin McDonagh
Oyuncular: Frances McDormand, Sam Rockwell, Woody Harrelson, Caleb Landry Jones, John Hawkes
Süre: 115 dk.
Yapım yılı: 2017
‘PARAMPARÇA’: TERÖRÜ ÖZENDİREN İNTİKAM FİLMİ
Fatih Akın, Altın Küre Ödülü’ne ulaştığı son filmi “Paramparça”da (“Aus Dem Nichts”), Almanya’da yaşanan bir intihar bombacılığı olayı üzerinden Neo-Nazi döneminden kalma adalet sistemine bakıyor. Ama Diane Kruger’ın üst düzey performansına bel bağlayıp politik meseleyi yüzüne gözüne bulaştırınca boyutsuz bir ‘intikam filmi’ servis etmekle kalıyor.Riskli bir politik olay
Fatih Akın’ın ‘yol filmleri’nden kopması ne kadar sağlıklı tartışılır. Ama net Alman “Elveda Berlin”de (“Tschick”, 2016) de bu konuda kabak tadı veren meselesiz bir esere imza atabilmişti. Açıkçası burada yönetmen, ‘Müslümanlığa dair ön yargılar’ı merkeze yerleştirmiş. Almanya’da bir terör saldırısında hayatını kaybeden Kürt bir adamın, Nuri Şekerci’nin (Numan Acar) eşi Katja’nın (Diane Kruger) yaşadığı haksızlıklar konu ediliyor. Alman adalet sistemi topa tutuluyor.
Açıkçası yönetmen, burada Hollywood’da “İçindeki Yabancı” (“The Brave One”, 2007) gibi filmlerde amaçsız hale gelen ‘adalet sisteminden mutsuz bir kadının adaleti kendi araması’ motivasyonunun üzerine giden ‘vigilante film’ (‘intikam filmi’) türüne kayma riskiyle yüzleşiyor. Bu açıdan ilginç ve tehlikeli gözüküyor “Paramparça”.
Akın, burada ilk 30 dakikayı neredeyse hiç çekmemiş. Açılıştaki Numan Acar ile Diane Kruger’ın evlenmesini gösteren android görüntüsü başarılı. Ancak onun devamında gelen terör saldırısı sahnesi ve evde neredeyse ışık bile konmayan başsağlığı bölümü, filmin görsel seviyesini aşağı çekiyor. Girişte ‘ucuza getirildiği için tek seferde mi halledildi?’ görüşü akla geliyor.
Soru işaretleriyle tamamlanıyor
Ama yönetmen, mahkeme sahneleriyle beraber harekete geçiyor. Bazı bölümlerde Scorsese ve Welles’in çok sevdiği mercek çeşidi ‘bölünmüş alan dioptrisi’ni (split field diopter) kullanmış. Vertigo efektini de ihmal etmemiş. Açıkçası bu sayede o sahneler inandırıcı duruyor. Alman adalet sisteminin kendini yüceltmesi ve Neo-Nazi döneminden kalma faşist idareyle yönetilmesi problemi vurgulanabiliyor. Diane Kruger da Sibel Kekilli gibi net Akın karakteri olmuş. Yeraltı dünyasına yatkın, hafif asi, serseri ve kendini koruyabilecek bir tip.
Üst açı zaman zaman dikkat çekerken, özellikle küvette Kruger’ın kollarının kanadığı sahnedeki ‘intihar eğilimi’ çarpıcı. Bunun yanında film Kruger odaklı ilerliyor. Açıkçası bu yola girince de, Neo-Nazi kılıklı adalet sistemini sorgulama konusunda inandırıcılığını yitiriyor. Akın, finali çok iyi çekmiş. Mahkeme sahnelerinde, belli anlarda gaza basmış ve formda gözükmüş. Ama artık dokuzuncu filmini çeken bir yönetmenin acemice görsel numaralar veya karakterler kullanmaması gerekir. Adeta yer yer kamera arkasındayken kendinden geçmiş izlenimi bırakabiliyor.
Bunun ötesinde filmin ‘Taken’ gibi B-tipi serilerden farkı kalmayan noktalanma stratejisi de çok yapay ve anlık siniri gösteriyor. Bu sebeple intikam filmi bayatlığı içinde çeşitli sorular devreye girebiliyor. Terörün özendirilip özendirilmediği, intihar bombacılığının ucunun Kürtlere dayandırılıp dayandırılmadığı da bunlar arasında. Fatih Akın bir kez daha hakim olmadığı bir politik meseleye girince dağılmış.
FİLMİN NOTU: 4.5
Künye:
Paramparça (Aus Dem Nichts)
Yönetmen: Fatih Akın
Oyuncular: Diane Kruger, Numan Acar, Denis Moschitto, Ulrich Tukur, Johannes Krisch
Süre: 106 dk.
Yapım yılı: 2017
‘EN KARANLIK SAAT’: BİR LİDERİN BUHRANI
İngiltere’ye iki dönem başbakanlık yapmış Winston Churchill’in uzun süredir beklenen biyografisi, Oscar’a da aday olan “En Karanlık Saat”, Joe Wright’ın klasik sinemaya hakim yönetmenliğiyle tatmin ediyor. En İyi Erkek Oyuncu’da Oscar’ı alması kesin gibi gözüken Gary Oldman ise ‘kariyer zirvesi’ performansıyla ‘bir liderin buhranının filmi’ni lezzetli hale getiriyor.
2. Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında başbakan seçilen Winston Churchill (Gary Oldman), çalkantılı davalardan biriyle yüzleşir. Nazi Almanya’sı ile müzakere edildiğinden kendi ulusunun istiklali ve idealleri için çabalaması şarttır. Ama Nazi güçlerinin İngiltere’ye teğet geçtiği yıllardaki ‘en karanlık saat’ine ‘şüpheci bir kral’la (Ben Mendelsohn) direnmeye çabalayacaktır.
Genelde ‘lider biyografileri’nde bariz bir başarıyla yüzleşmek kolay olmaz. Oliver Stone “JFK”de (1991) ‘mahkeme’yi merkeze yerleştirip olayın şahitlerinin bakış açısına kayarak aslında bu formülü farklılaştırıp kalıcı bir filme imza atmıştı. Spielberg’ten Daniels’a sayısız isim son 25 senede onu aşan yapıtlar üretemediler. Churchill, 2016’daki ‘The Crown’ dizisinin ve 2017’de Jonathan Teplitzksy’nin çektiği vasat “Churchill”in ardından Joe Wright’ın aynı yıl tamamladığı “En Karanlık Saat”i (“Darkest Hour”) ile huzurlarımızda.
2017’de gördüğümüz filmlerden ikincisi, ilkini sollarken zorlanmıyor. 1940’lı, 1950’li yıllardaki liderin buhranını yansıtan Delbonnel’in etkileyici sinematografisinin Sarah Greenwood’un ustalıklı sanat yönetimiyle buluşması leziz bir dönem atmosferi yaratıyor. Wright’ın bildik ekip bireyleri, kostümcü Jacqueline Durran ve besteci Dario Marinelli de işlerini yapıp bu ‘sanat yönetimi bazlı yönetmenlik kimliği’ne destek veriyorlar. Açıkçası Gary Oldman da ‘Churchill’in Hitler’le yakın temasta bulunduğu karanlık ruh haline, bunalımına ortak olup adeta bu kabusu renk filtrelerinin doğurduğu koyu renklerle devreye sokabiliyor.
Wright, yıllar geçtikçe yeni nesil Michael Powell-Emeric Pressburger olmayı daha da garantiliyor. Ama burada “Aşk ve Gurur” (“Pride & Prejudice”, 2005) ve “Kefaret” (“Atonement”, 2007) yıllarına dönen ‘klasik biyografik film’ canlanıyor. Renk dokusuyla ‘biçimci bir dokunuş’ katsa da film, “Anna Karenina” (2012) gibi postmodern bir zirve ya da “Hanna” (2011) gibi plastik bir gövde gösterisine dönüşmüyor.
Bunun ötesinde Oldman, karakterin açmazını etkileyici bir kompozisyonla vurgularken Ben Mendelsohn ile Kristin Scott Thomas’dan da asgari katkı alıyor. Ama “En Karanlık Saat” daha ziyade ‘bir karakterin/liderin buhranının filmi’ olarak anılacak. Wright ve teknik ekibi onun Kral 5. George’la, şüpheci kralla ilişkisine, Nazilerle irtibatına çok iyi çalışıp görsel açıdan ‘kalıcı izler’ bırakmış. Böylece görsel zekasını ispatlamış. Ancak Wright’tan ziyade Oldman’ın kariyerindeki önemiyle anılacak bir film “En Karanlık Saat”.
FİLMİN NOTU: 6.1
Künye:
En Karanlık Saat (Darkest Hour)
Yönetmen: Joe Wright
Oyuncular: Gary Oldman, Ben Meldelsohn, Kristin Scott Thomas
Süre: 107 dk.
Yapım yılı: 2017
‘CEBİMDEKİ YABANCI’: SIRLARI AÇIĞA ÇIKARAN CEP TELEFONLARI
2016 tarihli İtalyan filmi “Perfect Strangers”ın, Ferzan Öztepek’in yapımcılığındaki Türkiye uyarlaması “Cebimdeki Yabancı”, günümüz ilişkilerine ayna tutan bir oyunun peşine düşüyor. Serra Yılmaz’ın ilk yönetmenliği fena bir dokunuş katmazken, oyunculardan özellikle Belçim Bilgin, Şebnem Bozoklu ve Serkan Altunorak rollerine bir özen getiriyorlar.
Yedi arkadaş yıllar sonra bir akşam yemeğinde buluşurlar. Yemek boyunca oyun oynamaya karar verirler. Herkes telefonlarını masaya koyacak, telefona gelen bildirim, mesaj veya çağrılar yüksek sesle itiraf edilecektir. Zaman ilerledikçe yeni sırlar ortaya çıkar ve ilişkilerin dengeleri altüst olur.
1983’ten bu yana oyunculuk yapan Serra Yılmaz, mesleğinde kendini tekrar etse de onun yeteneğini, tecrübesini kimse reddedemez. Bu sebeple de “Cebimdeki Yabancı”da (2018) bir ‘buluşma filmi’ne imza atmasına çok da ‘soru işareti’ ile yaklaşmıyoruz. Filmin ‘yemek masası’nın etrafında yedi arkadaşın bir araya gelmesini anlatma taktikleri de fena değil.
Üst açı ve İtalyan olmak için uğraşan oyuncular; bir özen katıyor filme. ‘Cep telefonlarına gelen bildirimleri okuma’ mevzusu bir dramatik çatıya oturtuluyor. Filmin süresi de yerinde. Özellikle tek mekana sıkışmadan evin çeşitli yerlerini kullanma özeni gözden kaçmıyor. Sanat yönetiminde bir tutarlılık var. Özpetek’in filmlerinden bildiğimiz görüntü yönetmeni Gian Filippo Cotivelli de sırıtmamış.
Ama oyuncuların İtalyan olma hevesinde Buğra Gülsoy’ın karikatür bıyığı ve Şükrü Özyıldız’ın çaylak halleri göze batabiliyor. Özellikle Belçim Bilgin, Şebnem Bozoklu, Serkan Altunorak ve Çağlar Çorumlu bir profesyonellik ve samimiyet katıyorlar. Yine de teatral durma sorunları yaşayabiliyor film. Bu devirde bir ‘teknolojik buluşma filmi’nin daha yaratıcı bir kurgusu olabilirmiş. Fakat ilginç bir şekilde 2016 tarihli İtalyan filmi “Perfect Strangers”ın (“Perfetti Sconosciuti”, 2016) iki sene içinde çekilen dört yeniden çevrimi arasında “Cebimdeki Yabancı”. İspanya, Yunanistan ve Fransa’ya eklenerek Türk’ün gücünü kanıtlıyor belki de.
FİLMİN NOTU: 4.3
Künye:
Cebimdeki Yabancı
Yönetmen: Serra Yılmaz
Oyuncular: Belçim Bilgin, Şebnem Bozoklu, Çağlar Çorumlu
Süre: 92 dk.
Yapım yılı: 2017
‘FOXTROT’: SAVAŞIN YIKIMININ PSİKOLOJİK VE GERÇEKÜSTÜCÜ PARÇALARI
İsrail’in Oscar adayı “Foxtrot”, tamamı tankın içindeki ana karakterin bakış açısından akarak çığır açan savaş filmi “Lübnan”la sinemaya giren Samuel Maoz’un ikinci yönetmenliği. Şık görüntüler, akılda kalan imgeler ve bir olgunluk sunsa da sinemacının ilk filminin etkileyiciliğini yakalayamıyor.
Michael ve Dafna’nın, çocukları Jonathan ve Alma ile sade bir hayatları vardır. Jonathan’ın askerde olması, onun yaşayıp yaşamadığına dair duyulan şüphe ve endişe, Michael ve Dafna’nın psikolojilerini büyük oranda etkilemiştir. Bu da ister istemez ailenin bunalıma girmesini, çocukların ise ölüm tehlikesini doğrudan yaşamasını sağlayacaktır.
1982’de Lübnan Savaşı’nda geçen, Venedik’ten Altın Aslan ödüllü “Lübnan” (“Lebanon”, 2009), savaşa bir tankın, bir askerin gözünden bakmıştı. Büyük çoğunluğu ‘bakışı açısı kamerası’ndan akan eser, bu teknikle çekilmiş eserler arasında ‘savaş filmi’ olarak kilometre taşına dönüşmüştü. Samuel Maoz ikinci filminde İsrail-Filistin çekişmesinde şehit olma mevzusunun üzerine gidiyor.
Oğulları askere gitmiş bir ailenin ruh hali yönetmenin ana konusu. Bu sebeple sabit açının önünden develerin de, asker araçlarının da geçebildiği bir ‘serap’ gibi çiziliyor savaş. Açıkçası yönetmen, ilk filmindeki özgün dilinin yerine ‘deja vu hissi yaratan ve dağınık duran bir olgunluk’a geçirmiş.
Dramın içine absürd komedi enjekte edilince kareler, Elia Suleiman’ın şaheseri “Kutsal Direniş”in (“Yadon Ilaheyya”, 2002) sınır sekanslarını hatırlatıyor. Ama bunun üzerine fazlasıyla plastik ve gerçeküstücü planlar da ekleniyor. “Lübnan”daki görüntü yönetmeninin değişmemesi, 1.85:1’den 2.35:1’e geçilmesine karşın ‘görüntü’ almakta bir sıkıntı yaratmamış. Ama ailenin savaşın yıkımına isyanı sanki sinema perdesinde daha önce gördüğümüz imgelerle aktarılıyor.
FİLMİN NOTU: 5.8
Künye:
Foxtrot
Yönetmen: Samuel Maoz
Oyuncular: Lior Ashkenazi, Sarah Adler, Yonatan Shiray
Süre: 113 dk.
Yapım yılı: 2017
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:
LOVING VINCENT: 8.8
SEVGİLİZ (NELYUBOV): 7.5
THE POST: 7.1
DAHA: 6.4
KALP ATIŞI DAKİKADA 120 (120 BPM): 6.3
MUHTEŞEM SHOWMAN (THE GREATEST SHOWMAN): 5.8
AİLE ARASINDA: 5.6
STAR WARS: SON JEDI (STAR WARS: THE LAST JEDİ): 5.6
HAFIZA (REMEMORY): 5.5
ARİF V 216: 5.4
ACI TATLI EKŞİ: 4.8
LABİRENT: SON İSYAN (THE MAZE RUNNER 3): 4.8
YOLCU (THE COMMUTER): 4.8
AMAN DOKTOR (DJAM): 4.5
DELİHA 2: 4.3
KARABASAN (SLUMBER): 4.2
ZİRVE (LA CORDILLERA): 3.8
RUHLAR BÖLGESİ 4 (INSIDIOUS: THE LAST KEY): 3.7
ENES BATUR: HAYAL Mİ, GERÇEK Mİ?: 3.5
ARAMIZDAKİ SÖZLER (MOUNTAIN BETWEEN US): 3
ÖLÜMLÜ DÜNYA: 3
RÜZGAR: 3
JUMANJİ: VAHŞİ ORMAN (JUMANJİ: WELCOME TO THE JUNGLE): 2.8
HAKARET (L’INSULTE): 2.7