Bence bu depremde en çok alkışlanacak, en çok eller üstünde taşınacak olanlar resmi veya özel kurtarma ekipleriydi. Belki hepsinin adını yazamayacağım ancak (jandarma-sivil savunma-madenciler-Umke-itfaiye-polis-Akut...) göğsümü kabarttılar. Son derece modern aletlerle donatılmışlardı. Yüzlerce metre derinlikteki sesleri duyan mikrofonlardan enkazın altına kadar inebilen kameralara, hepimizi hayret ettirdiler.
Son derece yetenekli elemanlardan oluşan ekipler işlerini son derece ciddi şekilde yaptılar. Ekranlara oynayan yoktu. Rol yapan hiç yoktu. Onları gururla izledim. Gösterilen enkazlara gidişleri ve çalışmaları hepimize örnek olacak cinstendi. Hele birini kurtarabilmek için o saatlerce süren sabırlı çabalarını görmeliydiniz. Bir pırlanta nasıl kırılmadan, bozulmadan işlenirse, onlar da öyle çalışıyorlardı. En basit bir yanlışlarının kurtarmak istedikleri insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanacağını bildiklerinden dolayı titiz bir örgü işçisi gibiydiler. Tam not aldılar.
[[HAFTAYA]]
Başbakan verdiği bu sözü tutabilecek mi?
Başbakan son derece önemli bir söz etti. Olayın kalbine girdi. Eğer söylediklerinin arkasında durabilirse, bundan böyle bir daha deprem ağıtları yakmaktan kurtuluruz. Çürük binaların tespit edileceğini ve sahipleri itiraz etseler dahi bunların devlet tarafından istimlak edilip yıkılacağını söyledi. İşte asıl çözüm budur. Belediyelerin şimdiye kadar yapamadığı veya yapmamakta direndiği bir işi devlet yapacak. Her depremde aynı haberleri okuyoruz. Yapılmaması gereken yerlere yapılan binalar... Depreme dayanıklı olmayan binalar... Çürük binalar...
Belediyelerin sırf gelir sağlamak veya oy potansiyelini arttırmak için görmezden geldiği bu kanseri şimdi Başbakan tedavi etmeye soyunuyor. Yapabilir mi? Başbakan verdiği sözlerin arkasında durmasıyla övünen bir insandır. Ancak İstanbul’daki binaların yüzde 40’ının kaçak veya depreme dayanıksız inşa edildiğini düşünürsek, bu işin ne kadar güç olacağını görebiliriz. Bu söze kısa vadede ulaşılamasa bile hiç değilse, belediyeler, inşaata imza atan teknik kişiler ve sahiplere sorumluluk yüklensin. Bu kadarı dahi çok işe yarayacaktır.
Fısıltı gazetesinin tahribatı...
Bölgede en etkili yayın organı fısıltı gazetesiydi. Aman Allahım, neler neler. Gözlerinizin önünde gelişen bir olayın birkaç saat sonra size geri dönüş şeklini gördüğünüzde hayretler içinde kalıyorsunuz. Kimse kötülük olsun diye yalan söylemiyor. Kimse bir şeyleri bozmak için de söylenti çıkarmıyor. Buna karşılık en olmayacak şeylere inanılıyor. Benim bile kendimi kaybettiğim oldu. En garip haberleri dahi “belki de doğrudur” diyerek dinler oldum. İstediğiniz kadar yalanlama yayınlayın, kimse devlete veya yayın organlarına inanmıyor. El altından dolaştırılan haberlere çok daha fazla inanılıyor. Depremin vazgeçilmez haberleşme organı olan fısıltı gazetesinin tirajı bu defa da çok yüksekti.
Van Depremi’nden yine de şanslı kurtulduk...
Uzmanları dinlediğinizde tüyleriniz diken diken oluyor. 7.2 büyüklüğündeki bir depremin bölgede 5 bin ölü ile sonuçlanabileceğini söylediler. Amerikalılar da aynı tahminlerde bulundular. Peki ne oldu da -Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) bu yazının yazıldığı saatlerdeki rakamlarına göre- ölü sayısı 550’de, yaralı sayısı da 2300’de kaldı?
Bölgede bulunanların anlattıkları aynen şöyle: - Deprem pazar günü gündüz saatinde oldu. - Hava güneşliydi ve genelde herkes dışarı çıkmıştı. Okullar tatildi. Bu sayede büyük kayıplar verilmeden kurtulundu. Hele okulların tatil olması, çocukları korudu. Bu felaketin bir de gece yarısı geldiğini düşünün. Gerçekten Allah korumuş bizleri. Şimdi bundan sonrasına bakalım. Bundan sonra yapılacak olan binaların yerlerine ve inşaat koşullarına özellikle dikkat edelim. Eğer etmeyeceksek, o zaman halimize ağlamayalım.
Dayanıklı inşaatlar hemen başlıyor...
Köyleri birer birer dolaşan ve insanlara sadece moral vermenin ötesinde, hayatlarının düzeleceğinin haberini müjdeleyen kişilerin başında da Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar vardı. Önce Mevlana Evleri, ardından da dayanıklı konutlar gelecek. Dinlerken biraz gönül alma gibi sanmıştım. Sonradan ayrıntıları dinleyince şaşırdım.
Bölge halkının yakında depreme dayanıklı evlere geçebilecekleri sözü verildi. Ne acıdır ki özellikle Erciş’te yıkılan binaların büyük bölümünün 1999’dan yani depreme dayanıklı olmayan ev yapılmaması gereğinin yasalarla saptanmasından sonra yapıldığı ortaya çıktı. Ne belediye oralı olmuş ne de halk umursamış. Şimdi yıkıntıların altında sevdiklerini arıyorlar. Belki bu deprem ders olur... TOKİ de bu yörelere nasıl ev yapılması gerektiğini gösterir.
Çadır dışında devlet organize idi...
Şimdi bu yazıyı okuyunca depremden yara almış kişiler beni çok eleştirecekler ancak yine de söylemem gerekiyor. Devletin bu depremde genel olarak olumlu not alması gerekiyor. Eğer devletin her yaptığını kötü görmeye alıştıysanız ve mutlaka beceriksiz davranacağına inanıyorsanız, o zaman bu yazacaklarıma da inanmayacaksınız.
Ancak yine de bazı doğruları söylemem gerekiyor. Çadır dağıtımı konusundaki sorunların dışında, Afet Koordinasyon iyi çalıştı ve iyi puan aldı. Battaniye dağıtımı konusunda bir sıkışma yaşanmadı. Yemek kıtlığı çekilmedi. Kurtarma ekipleri yeterli oranda bölgeye geldiler. Sağlık çalışmalarında aksama olmadı. Bir de bundan sonrası var tabii... Eğer Mevlana Evleri aynı hızla hedefini bulur ve kalıcı konutlarda da bir gecikme yaşanmazsa, Afet Koordinasyon Merkezi tam not alacak. Bir noktayı gözden kaçırmayalım. Küçük veya büyük olsun bir doğal afette herkesi tatmin etmenin imkanı yoktur. Bundan önceki depremlerde de durum böyleydi. Bu defa da aynı şikayetlerle karşılaşıldı. Şikayet edenler de haklı, bu şikayetleri karşılaması gerekenler de...
Cankurtaran bolluğundan trafik tıkandı...
Depremde göz dolduran konulardan bir diğeri de sağlık alanında görülenlerdi. Ülkenin dört bir yanından iki yüzün üstünde ambulans gelmişti. O kadar ki bu çokluktan dolayı, örneğin Erciş’te resmen trafik sıkışması yaşandı. Vızır vızır işlediler. En basit bir haberde derhal harekete geçtiler. Buna karşılık hastane sayısı kısıtlıydı.
Daha da önemlisi, bir doktor dostuma göre, bölgedeki hastanelerde “iç kanama uzmanı eksikliği” nedeniyle kurtarılanlardan bazıları birkaç saat sonra hayatını kaybetti. “Buralardaki hastanelerde genelde kırık çıkıklarla uğraşılır. İç kanamalar konusunda donanım yoktur. Oysa, enkazdan çıkarılanlar hayatlarını iç kanamadan kaybederler” diyerek önemli bir noktaya parmak bastı. Ne derece doğru bir saptama yapmış, bilemiyorum. Ancak depremden günler sonra yaşadığımız mucize gibi kurtuluşların bir bölümünün hastanede hüsranla son bulması sanırım saptamanın doğruluğunu kanıtlıyor.
29 Ekim 2011, Cumartesi 05:00
Haberin Devamı