Anayasa Mahkemesi’nin, anayasa değişiklik paketini iptal etmesi durumunda bu kararın “yok sayılmasını” öneren ve bundan dolayı da hemen her kanattan eleştiri alan Osman Can, istifaya hazırlanıyor.
Önce 32. Gün programında benim ve Rıdvan Akar’ın sorularını yanıtlayan Osman Can, çok açık şekilde, Anayasa Mahkemesi’nin anayasa paketindeki yargı ile ilgili maddeleri iptal etmesi durumunda “istifa edeceğini” açıkladı.
Bence Can, Anayasa Mahkemesi’nin kararını beklemeden dahi istifa etmeyi düşünüyor. Özel konuşmalarımızdan çıkardığım sonuç bu. Anayasa Mahkemesi’nin kararını bekleyip beklemeyeceği henüz belli değil. Sonra da bir üniversitede ders vermeye başlayacak. Yani kendi yol haritasını çizmiş ve nereye gideceğini kafasında kararlaştırmış.
Doğrusu, haklı bir yaklaşım.
Bu, mahkeme başkanı veya üyeleri tarafından istifaya zorlanmak, köşeye sıkıştırılmak yerine, daha kişilikli bir tutum.
Osman Can, kabul edersiniz veya etmezsiniz, önemli bir tartışma başlattı ve Anayasa Mahkemesi’ndeki kafa yapılarının değişmesi gerektiğini söyledi. Hem mahkemeden, hem yargı ve hukuk çevrelerinden aldığı tepkiler, bu ülkenin liberal geçinenlerinin kafa yapılarının dahi ne kadar eskilerde kaldığını gösterdi. Bu durumda raportör olarak devam etmesinin hiç anlamı kalmadığı apaçık ortaya çıktı. Yakında Osman Can’ın istifa haberini duyarsanız hiç şaşırmayın...
Haber kanallarına haksızlık etmeyin...
Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan geçen hafta haber kanallarını yerden yere vuran bir yazı yazdı. İsmet’in görüşlerine önem verdiğim için yazısını ciddiye aldım. Üstelik, şikayet ettiği o kişileri seçen ve ekrana çıkmalarını sağlayan sistemin başındaki kişilerden biri olduğum için, eleştirilerinin hiç değilse bir bölümünü üstüme aldım.
Bakın Berkan, özetle ne diyor:
“TV’ye çıkıp konuşan, yorum yapan ‘konuk’ların ezici bir çoğunluğunu dinlemek hiç de ilginç falan değil. Size sundukları analizler veya verdikleri sözde bilgiler son derece banal, son derece basmakalıp, çok önceden tahmin edilebilir nitelikte şeyler.
Bu insanların tamamı değilse de önemli bir bölümü ekrana kavga etsinler, kavga çıkarsınlar diye çıkarılıyor zaten. Dünyada marjinaline bu kadar prim veren, kliniğe kapatılıp tedavi edilmesi gereken insanları TV’ye çıkarıp düzenli program yaptıran başka bir ülke daha var mı, bilmiyorum.”
İsmet ile paylaştığım en önemli saptama, kanallara çıkarılan cahillerin, sırf kendilerini göstermek için abuk sabuk kavga edenlerin getirdiği rahatsızlık.
Doğrudur. Ancak işin bir de öbür yanı var. Yani, ülkede çok bilgili ve bildiğini anlaşılır ve akıcı bir şekilde yansıtan çok adam var da, bizler mi almıyoruz?
Ne yazık ki, bu ülkenin ham maddesi bu kadar. Üstelik, bir de unutmayalım, saçma sapan konuşanlardan kurtulmak çok kolay, hem süreleri az, hem de sürekli değiller.
Bunun yanı sıra, TV kanallarının ülkedeki görüş alışverişine -ne kadar yetersiz olursa olsun- katkıları çok büyüktür. Bir de bu kanallar olmasa, tek devlet kanalı ve bilgi dağarcığı aynı derecede kısıtlı olan yazılı medyamız ve kaliteleri sorgu götürecek kimi köşe yazarlarımızla baş başa kalsak acaba halimiz nice olurdu?
İsmet Berkan, temelde haklı bir noktaya değinmiş, ancak bir miktar da haksızlık etmiş gibi geldi bana...
Neden daha önce karar vermedik?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Büyükada’daki yetimhanenin, Fener Rum Patrikhanesi’ne verilmesini kararlaştırdı.
Hatırlatayım, bu yetimhane 1997 yılına kadar Patrikhane’ye aitti. Vakıflar Genel Müdürlüğü, çeşitli gerekçelerle resmen bu binaya el koydu. O dönemde, Patrikhane’ye ait çeşitli mallara el koymak adeta bir devlet politikasıydı. O tarihten bu yana, Patrikhane’nin açtığı tüm davalara Türk mahkemeleri olumsuz karar verdi. Sonunda Patrikhane 2005’te AİHM’ye başvurdu.
AİHM 2008’de, yetimhaneye el konmasının İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlali anlamına geldiğine karar verdi.
Türkiye ne yaptı?
Yetimhanenin üstüne yatmaya devam etti. Hiç oralı olmadı. İşte şimdi ikinci karar çıktı. Hem de “3 ay içinde geri verilmesi” emrediliyor.
Ayıp değil mi?
Kendimizi neden böylesine küçük düşürüyoruz? Böyle bir kararın çıkacağı önceden biliniyordu. Hatta Başbakanlık ile Patrikhane yetkilileri arasında bu konuda görüşmeler yapıldığı medyaya dahi yansımıştı. Buna rağmen, bürokrasi direndi ve sonunda AİHM’nin tokadını yedi.
İş dünyasının sihirbazı: Hüsnü Özyeğin
Türk iş dünyasının, bence en başarılı, en kâr üreten kişisi tartışmasız Hüsnü Özyeğin’dir.
Milyarlarca dolar yatırmadan, borç yapmadan, sadece kendi yarattığı ve geliştirdiği projeleri satarak büyüyen bir insan. Finansbank’ı Yunanlılara satış hikayesini hepimiz biliyoruz. Şimdi de FİBA Sigorta’nın yüzde 93,36’sını 485 milyon dolara Japonlara sattı.
Eminim, yeni projeleri de vardır.
Bul, geliştir, büyüt ve sat...
Hüsnü Özyeğin’in, bu açıdan ülkenin en başarılı iş adamı olarak alkışlanması gerekiyor. İşin güzel yanı, kimileri gibi, afra tafrası da yoktur. Kazandığını hem paylaşmasını, hem de daha karlı işlere yatırmasını bilir.
Örneğin, yolunuz düşerse, mutlaka Özyeğin Üniversitesi’ne uğrayın. Bazı şeylerin büyük paralar harcanmadan da yapılabileceğinin en tipik örneğini göreceksiniz.
Hepimiz Hüsnü Özyeğin ile iftihar etmeliyiz.
Ankara, bu işin peşini bırakmıyor...
Mavi Marmara olayı, onun ardından da, Türkiye’nin tepkisi, İsrail’in üstündeki uluslararası kamuoyu baskısının artmasına yol açtı. Şimdiye kadar, iki yılı aşkın süredir, adeta Gazze ambargosuna alışılmıştı. Kimseler oralı olmuyordu.
Mavi Marmara, uluslararası kamuoyunu bu vurdumduymazlıktan çıkardı. İnsanların gözünü açtı. Dikkat edecek olursanız ardı ardına kınama kararları çıkıyor.
İsrail de, durumun giderek ciddileştiğini görüyor olacak ki, ambargoyu ikinci defa esnekleştirdi.
Ancak, bu kadarı Ankara’yı tatmin etmiyor. Haberlere bakılacak olursa, ambargo tümüyle kalkana kadar Türkiye’nin baskısı sürecek.
Yeni bir yol haritasından söz ediliyor. Bu ortamda işin peşinin bırakılmaması gerektiği üzerinde duruluyor.
Anlaşılan, Tayyip Erdoğan-Ahmet Davutoğlu ikilisinin Gazze girişimi daha epey sürecek. Kolay kolay bitmeyecek. Önümüzde gerilimli bir süreç var.
HD farkına inanamazsınız
Doğan Yayın Holding Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Ali Yalçındağ birkaç hafta önce bir SMS mesajı yollayıp “Tavsiye ederim, D-Smart HD kutusunu al ve hem maçları, hem de HD yayınları oradan seyret” dediğinde önceleri pek ilgilenmemiştim. Sonra “bir dene” diye eve kutu yollattı.
İnanamadım.
Meğer biz şimdiye kadar çöplük gibi TV seyrediyormuşuz. TRT HD’den gelen maçları izlemek bir keyif oldu. Hele HD belgesel ve diziler, insanı bambaşka bir dünyaya götürüyor. Mutlaka deneyin. D-Smart para değil. Asıl önemlisi HD ekran almak. Mutlaka alın ve aradaki farkı görün. Zaten haberiniz olsun, birkaç yıl sonra tüm yayınlar HD kalitesinde yapılacak. Yani eliniz mahkum, HD ekran alacaksınız.