Mehmet Coşkundeniz

25 Mart 2025, Salı 07:00

Yeni sevgilinin zamanı geldi

Biten bir ilişkinin ardından hele de terk edilmişsek, bir daha aşık olamayacağımızı, başkasını sevemeyeceğimizi düşünürüz. Oysa bu büyük bir yanılgıdır. İnsan seri aşıktır. Bir aşk bittiğinde bir başkasına aşık olma potansiyeli vardır. Önemli olan bu potansiyeli harekete geçirmektir. Hazır bahar da yaklaşmışken bence bir başka sevgiliyi sevmenin de zamanı gelmiş demektir. İşte sizi yeniden aşka hazırlayacak püf noktaları...

1-GEÇMİŞİNLE YÜZLEŞ

Sadece bir önceki ilişkini değil, geçmişteki tüm ilişkilerini gözden geçir. Nerelerde hata yapıyorsun? Hangi davranışlarından memnun değilsin? Başkalarını suçlayarak, kendini hatasız görerek bir noktaya varamazsın. Hepimiz ilişkilerde hata yapıyoruz ama bir terk eden olduğu için onu suçlamayı yeğliyoruz. Kendi hatalarımızı bulabilirsek düzeltme imkanına da sahip olabiliriz.

2-YAS SÜRESİNİ UZATMA

Bir ilişkinin başlayabileceğini biliyorsan, bitebileceğini de bilmelisin. Bittiğinde dünyanın sonunun gelmeyeceğini de bilmelisin. Elbette acını yaşayacaksın, yasını tutacaksın. Uzmanlar diyor ki; yas süresi 6 ayı geçtiğinde başka bir problem var demektir. Demek ki abartmaya gerek yok. Ağla, iç, sürün, acıklı şarkılar dinle ama bir sabah yenilenmiş olarak kalk.

3-ÖNYARGILI DAVRANMA

Eski sevgilinin yaptıklarını düşünerek, “Ya hayatıma yeni girecek olan kişi de aynı şekilde davranırsa?” diye kaygıya kapılma. Her insan farklıdır. Bir aşkta öğrendiklerin, bir başka aşk için geçerli değildir. Olabilir, yine kırılabilirsin. Ama bu bisiklete binmeyi öğrenmek gibidir. Düşer, kalkarsın ama bir kez öğrendin mi bir daha unutmazsın.

4-KIYASLAMA, KARŞILAŞTIRMA

23 Mart 2025, Pazar 07:00

Dönse de dönmese de o artık senin değil

Bir ilişkiyi ya da evliliği kurtarmak için elinden gelen her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hâlâ düzelmemişse yolun sonuna gelmişsin demektir. Evet, bunu kabullenmek zordur. Hele hele uzun soluklu bir ilişkiyse... “Bırak gitsin, dönerse senindir, dönmezse zaten hiç senin olmamıştır” şeklindeki o klişe lafa da inanma. Dönmeyeceğini, dönse bile bunun geçici olduğunu bilmelisin.

BIRAK GİTSİN

Yıllardır kalbindeydi. Onsuz olmak fikri bile seni deli ederdi. Ama şöyle düşün: Sen bu kadar çaba gösterdiğin halde o kolunu bile kıpırdatmamışsa senin kalbinde kalmak istemiyor demektir. Kimseyi hapsedemeyeceğine göre, onu artık bulunduğu yerden çıkarman ve özgür bırakman gerekiyor. Unutma, zaten bedenen gitmişti. Şimdi ruhen de onu göndermenin zamanı geldi. Çıkar kalbinden. Kocaman bir boşluk kalacak biliyorum ama güven bana, o boşluk da bir gün dolacak.

AFFETME ZAMANI

Sonu nasıl biterse bitsin, yaşadığın bunca güzel anıda onun da payı var. O olmasaydı, sen bu güzel günlerin, anıların sahibi olamayacaktın. Öyleyse onu affet. Sonra da teşekkür et. Ardından kendinle baş başa kal. Bu ilişkideki hatalarını, yapmak isteyip de yapamadıklarını düşün. Buna küçük bir yüzleşme diyebilirsin. Ardından yaptıklarınla, yapamadıklarınla yaşananları olduğu gibi kabullen ve kendini affet. Kendini bağışla ki bundan sonra daha sağlıklı ilişkiler kurabilesin.

DEVRİMCİ OL

Büyük usta Nazım Hikmet ne der? “Gitmek sadece bir eylemdir. Unutmak ise kocaman bir devrim.” Evet o gidiyor, öyleyse bırak eylemci olsun, sen devrimci olmayı tercih et. Yüreğinde, benliğinde, kalbinde büyük bir devrim yap. Unutabilmeyi, aklından her şeyi çıkarmak olarak algılama. Elbette hiçbir şeyi unutmayacaksın ama onsuz olmayı sindirip öyle yaşayacaksın. İlle anacaksan, onu güzel şeylerle anacaksın. Bu devrimi başardığında kendinle gurur duyacaksın.

16 Mart 2025, Pazar 07:00

Bazen bir kelime her şeyi değiştirir

Belgrad Ormanı’nda 4 gün kaybolduktan sonra sağ olarak bulunan ancak ne yazık ki hastanede ölen Ece Gürel’in iş yerinden istifaya zorlandığını biliyoruz. Eşi Sezer Gürel’in bu duruma pek anlayışla yaklaşmadığını hatta Ece’ye çıkıştığını da biliyoruz. Bununla ilgili “Kabahatin çoğu sende kardeşim” başlıklı bir yazıyı geçen hafta yazmıştım. “Sezer Gürel’in eşine ‘Sağlık olsun sevgilim, sen kendin için doğru olduğuna inanıyorsan, benim için de doğrudur. Belki biraz para sıkıntımız olacak ama merak etme birlikteyken her şeyi aşarız’ demesi gerekiyordu” ifadelerini kullanmıştım. Uzun ilişkilerde, evliliklerde eşimize karşı kullandığımız dilin, seçtiğimiz sözcüklerin ne kadar önemli olduğunu gösteren bir örnektir bu hikaye. Söylenen her cümle, çiftler arasındaki duygusal dengeyi önemli ölçüde etkileyebilir. Kelimelerin psikolojik etkisi vardır. Olumlu cümleler insanın ruh halini iyileştirebilir, samimiyeti derinleştirebilir. Olumsuz kelimeler ise öfke ve güvensizlik doğurabilir. Şimdi gelin, kelimeylerin aşk hayatımızı nasıl etkilediğine bir bakalım.

1- ONAYLAMA VE TEŞVİK KELİMELERİ

“Başarabilirsin” ya da “Sana inanıyorum” gibi sözler sadece hoş değildir, aynı zamanda sevgilinizin özsaygısını artıran kritik bir destekleyici olabilir. Bu tür teşvik kelimeleri, bireylerin şüpheleri ve zorlukları aşmalarına yardımcı olur, birlikte olmanın dinamiğini harekete geçirir.

2- MİNNETTARLIK VE TAKDİR İFADELERİ

“Benim için yaptıklarına teşekkür ederim” ya da “Gerçekten seni takdir ediyorum” gibi basit ifadeler sevgilinizin sizin için gösterdiği çabayı gördüğünüzü ve bunu takdir ettiğinizi gösterir. Söyleyen kişi kendini değerli hisseder. Düzenli ve içten takdir, olumsuzluğu uzak tutar.

3- ÖZÜR VE HATALARI KABUL ETME

Hepimiz hata yaparız, ancak herkes gerektiğinde “Özür dilerim” demeyebilir. İçten bir özür, yaraları iyileştirebilir ve öfkenin birikmesini engelleyebilir. Bir hatayı kabul etmek, kişinin olgunluğunu ve sevgilisine duyduğu saygıyı gösterir, bu da güven ve samimiyetin önemli bileşenleridir.

14 Mart 2025, Cuma 07:00

Yoksulluk kader olamaz

Geçenlerde ‘Altın Bulmadan Zengin Olunmaz’ adlı bir kitap elime geçti. Doğanlar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Davut Doğan’ın yazdığı bu kitabın adı ilginçti ve belli ki bir ironi içeriyordu.

Bu ironinin ne olduğunu anlamak için açtım kitabın kapağını. Ve bitene kadar da elimden bırakamadım. Çanakkale Biga ilçesinde gerçek anlamda yoksulluk içinde büyüyen 6 erkek kardeşin babalarından aldıkları bayrağı, gece gündüz çalışarak zirveye taşıması anlatılıyor kitapta. Öykü, 1970’lerde baba Ali Doğan’a ait 35 metrekarelik küçücük bir dükkanda başlıyor. Aslında o dönem pek ilgi çekmeyen modüler mobilyaları satmak isteyen Ali Doğan başarısız da oluyor. Dükkana koyduğu pamuk, sünger, muşamba, minder, çeyiz sandığı gibi ürünleri satarak işini toparlıyor. Ali Doğan’ın oğulları ise hem dükkanda babalarına yardım ediyor hem de simit satarak, garsonluk, çıraklık, pazarcılık yaparak aile bütçesine katkıda bulunuyor. Davut Doğan kitabında “O yıllarda Cem Karaca’nın ‘Yoksulluk Kader Olamaz’ diye çok meşhur bir şarkısı vardı. Biz, çalışarak yoksulluğumuzun kaderimiz olmayabileceğini anladık” diyor. Ve gelinen noktada tam da dediği gibi oluyor.

ALTIN BULMA HİKAYESİ

Çalışarak zengin olmanın pek de mümkün olmayacağı konusunda genel bir anlayış vardır. Bu anlayış, o dönemin Biga’sında da çok yaygın. Çünkü bölgede zaman zaman birilerinin define ve altın bulduğu yolunda haberler yayılırmış. Doğan ailesi de işleri büyütüp para kazanmaya başlayınca “Bunlar kesin altın buldular” dedikoduları yapılıyor. Oysa bu dedikodular yapılırken 6 kardeş, köy köy dolaşıp çekyat satmaya çalışıyor. Gündüz ürettikleri çekyatları o gün satmak zorundalar çünkü depoları yok. Genellikle de veresiye satıyorlar. Tamamen ‘güven’e dayalı bir sistemleri var. Örneğin çekyatı verip ‘harman senedi’ alıyorlar. Yani parası tarladaki ürün hasat edildikten sonra ödenmek üzere teslim ediyorlar çekyatları. İşte kitabın adındaki ironi de buradan geliyor. Davut Doğan kitapta “Evet, altın bulunmadan zengin olunmaz ama altın da böyle çalışa çalışa bulunur” diyor. İş hayatları boyunca defalarca krize yakalanan kardeşler bu zorlukları hep dayanışma ile atlatmış. Örneğin 1991 krizinde nakit akışları kesilince herkes eşinin, kayınvalidesinin kolundaki, boynundaki altınları getirmiş. O da yetmemiş, çalışanlarından altınlarını istemişler. Hepsi de vermiş ve şirketi düzlüğe çıkarmışlar. Yani altın bulmuşlarsa eğer, işte bu krizlerde bulmuşlar. Bu dayanışma sayesinde bugün Türkiye’nin en büyük mobilya üreticilerinden biri olan DOĞTAŞ doğmuş. Ve sonra büyümeye devam etmişler, Doğanlar Holding’i oluşturmuşlar. Doğanlar Holding bugün mobilya, enerji, inşaat ve perakende sektöründe faaliyet gösteriyor. Sadece yurt içinde değil yurt dışında da yatırımları, mağazaları bulunuyor. Yaklaşık 3 bin 500 çalışanları var. 2024 yılı konsolide ciroları 15 milyar lira.

BENITO MUSSOLINI

09 Mart 2025, Pazar 07:00

Bazı ilişkilerin tarifi değişiktir

Açık ilişkiyi bilirsiniz. Tarafların birbirine sadakat sözü vermediği, başkalarıyla da flört edebildiği bir ilişki türü. Genel anlayışa göre pek de onaylanmayan bu ilişki türünün epey yaygın olduğunu biliyorum. Sorumluluktan kaçan, ilişki dünyasının nimetlerinden faydalanmayı sürdürmek isteyen ama var olan partnerinden de ayrılmak istemeyen kişilerin tercih ettiği bir yol. Geçenlerde yerni bir ilişki türünün olduğunu duydum. Bu türün adında da ‘açık’ kelimesi var ama bildiğimiz şekilde değil. Bunun adı ‘aramız açık’ ilişkisi. Bir küs, bir barış şeklinde de devam etmiyor çünkü hiç barışmıyorlar. Hep küsler, hiç konuşmuyorlar, birbirlerine mesaj bile atmıyorlar ama o ilişki bir şekilde yürüyor. Bu türü bana anlatan kişi şöyle tarif etti: “Yıllar önce çok fırtınalı bir aşk yaşadık. Tutku, şehvet, kıskançlık, saçma sapan sebeplerden tartışmalar, kavgalar gırla gitti. O dönem küs kaldığımız günlerin sayısı, birlikte olduğumuz günlerden fazlaydı. Sonra koptuk tabii, böyle gitmesi imkansızdı elbette. Aynı iş kolundayız, aynı çevrenin insanlarıyız. Bu nedenle bazı mekanlarda mecburen bir araya geldik zaman içinde. Birbirimizle tek kelime etmedik, el sıkışmadık, selamlaşmadık. Hep uzak durduk.

BİR GECE OLAN OLDU

Ama bir gün işle ilgili bir fuarın akşamında otelin barında kalabalık bir grupla aynı masada oturmak zorunda kaldık. Hafif de alkolün etkisiyle bir ara ona baktım, o da bana baktı. Ardından kalktı, odasına doğru yürüdü ben de peşinden... O yürüyüş boyunca da tek kelime etmedik. Odaya girer girmez olan oldu zaten. Sanki hiç ayrılmamış gibi, tenlerimizin bütün hassas noktalarını bilerek ve birlikteliğin verdiği alışkanlıkla çok tutkulu bir sevişme yaşadık. Ve inanır mısın, yine tek kelime konuşmadık. Ben odama döndüm, mesaj falan da atmadım.” Günler geçti, bir başka iş toplantısı için gittiğimiz şehirde yine aynı grubun içine düştük. Gece, bir önceki buluşmamızda olduğu gibi sonuçlandı. Sadece ben odadan çıkarken “Biz ne yapıyoruz?” diye sormaya yeltendim. Susturdu beni, “Tek kelime bile duymak istemiyorum çünkü ben senden aslında nefret ediyorum” dedi. Zaten bir daha da hiç konuşmadım. Şimdi yine ayda bir, iki ayda bir bir şekilde buluşuyoruz, tek kelime etmeden odaya gidiyoruz, sevişiyoruz ve ayrılıyoruz. Ben başkalarıyla da ilişki yaşıyorum, eminim o da yaşıyordur. Yani bizimtki ‘açık ilişki’ ama ‘aramız açık’ ilişkisi...” Ben bu ilişkiyi analiz ederim elbette, nedenlerini, sonuçlarını, kişilerin üzerindeki etkisini falan uzun uzun anlatabilirim ama bu kez ‘didaktik’ olmayacağım. Sadece biraz çeşitlendireceğim ilişki türlerini. Hem kendimin hem de sizin ufkunuzu açmaya çalışacağım.

‘YAKIN’ İLİŞKİ

Bu isimdeki ‘yakın’ kelimesi iki kişinin birbirine yakın olmasından gelmiyor. Yakınmaktan geliyor. Sevgilisinden ve ilişkisinden sürekli yakınan, onu arkadaşlarına şikayet eden ama bir türlü de ayrılamayan kişilerin ilişkisi. “Hem yakın hem de devam et” gibi düşünebilirsiniz bunu.

‘KAÇAK’ İLİŞKİ

Gizlice sürdürülen ya da ihanete konu olan bir ilişki değil bu. Birbirlerinden hem kaçan hem de aralarında müthiş bir tutku olanların ilişkisi. Yani “Onunla olmaz, koşarak uzaklaşmalıyım” diyenlerin ama bunu yapamayıp onu gördüğünde bir şekilde büyüsüne kapılanların ilişkisi.

07 Mart 2025, Cuma 07:00

Kabahatin çoğu senin kardeşim

Belgrad Ormanı’nda kaybolan Ece Gürel’in sağ salim bulunması hepimizi çok sevindirdi. Genellikle bu tür kayıpların sonu hep acı haberle biterdi, bu kez mutlu sonla karşılaştık. Burası işin harika kısmı.

Ancak Ece’nin iş yerinde uğradığı mobbing sonrası istifaya zorlanmasının ardından eşi Sezer Gürel’in davranışlarının üzerinde durulması gerekiyor. Ece bir hukuk firmasında sekreter olarak çalışıyor. 10 yıldır her iş günü ofisi o açıyor. İstanbul’da kar yağdığı ve yolların kapandığı cuma günü işe gidemiyor ve büro açılamıyor. Pazartesi gittiğinde, iş yerinde tartışma yaşıyor, “Öyleyse ben istifa edeyim” diyor. Ama o hafta çalışmaya devam ediyor. Cuma günü patronları, “Bize sözlü olarak istifanı söylemiştin, şimdi dilekçeni imzala” diyor. Ece de büyük olasılıkla gurur yapıyor ve o dilekçeyi imzalıyor. İstifa dilekçesi, Ece’nin 10 yıllık tazminatını da alamaması anlamına geliyor. Eve gelip bu konuyu eşiyle konuştuğunda aralarında tartışma çıkıyor. Ece’nin 8 yıllık eşi Sezer Gürel, istifa etti diye eşine çıkışıyor. Araları bozuluyor, Ece pazar günü kafa dinlemek için Belgrad Ormanı’na gidiyor, gerisi malum. Evlenirken söylenen “iyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta” sözü, sadece bir klişeden ibaret değildir. Bunu yerine getiremiyorsanız, evlenmeyeceksiniz. Sezer Gürel’in eşine “Sağlık olsun sevgilim, sen kendin için doğru olduğuna inanıyorsan, benim için de doğrudur. Belki biraz para sıkıntımız olacak ama merak etme birlikteyken her şeyi aşarız” demesi gerekiyordu. Ece’nin bu ölümcül olayı yaşamasından tamamen eşini sorumlu tutmasam da Nazım Hikmet’in şu dizelerini anmadan edemiyorum. “Kabahat senin, demeğe de dilim varmıyor ama kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!”

EŞİNİ DEĞİL TELEFONU BIRAK

Dilan Polat, ‘görgüsüzlüğüyle çete çökerten kadın’ olarak tarihe geçti. Kendisi, eşi Engin Polat, kız kardeşi Sıla Doğu, kaynı, kayınpederi hapis yattı. Tahliye oldular, davaları devam ediyor. Yasa dışı bahis suçlamasından henüz aklanmadılar. Güzellik şirketleri hala kayyum yönetiminde. Ancak tüm bunlar ders olmamış belli ki. Dilan Polat durmuyor, durdurulamıyor. Elindeki telefonla her şeyi ama her şeyi görüntülüyor, paylaşıyor. Son olarak evde bir sabah çekilmiş video, bu ailenin komple uyuşturucu kullandığı iddialarına sebep oldu. Gözaltına alındılar, ifade verdiler, serbest bırakıldılar. Sonra hop, yine sosyal medyadan paylaşım. Eşine zarar veriyormuş, ayrılacakmış, eşini bırakacakmış. Bir zamanlar kendisine otomobil, yat, kat hediye eden eşi Engin Polat’a benden tavsiye, Dilan Polat’a verilecek en güzel hediye, bir adet eski tuşlu telefon olmalı. Sadece konuşmaya ve SMS göndermeye yarayan o telefonlardan biriyle hayatını geçirsin. Sonra da haklarında açılan davaların sonucunu beklesin. Yani o akıllı telefonu bıraksın, eşini değil.

TENLER ÖLÜR CANLAR DEĞİL