Heyecanla başlıyor evlilik serüvenimiz. Büyük heyecanlarla yaşanan ilk beraberlikler ve o ilklerin dayanılmaz cazibesi... Aşk duygusu yenileniyor, içimizde sevgi çoğalıyor ve karşı tarafa coşarak akıyor. Artık yepyeni bir hayat var önümüzde. Güzel bir beraberlik ve mutlu bir yuva... Bir yastıkta kocamak için çıkıyoruz yola. Sonra bir şeyler oluyor, o heyecanlar tükeniyor, mutlu geçirilen anların sayısı azalıyor, yerini yoğun bir mutsuzluk alıyor. “Şimdi ne olacak?” sorusu insanı uykusuz bırakıyor. Neden böyle oluyor?
Korona günlerinde evdeyiz ya, geçen gün Instagram’dan yaptığım canlı yayına çok sevdiğim bir arkadaşım dahil oldu. Severek, büyük bir şevkle evlendiğini bildiğim o arkadaşım, o kadar takipçinin önünde mutsuz olduğunu yazmaktan çekinmedi. Peki gerçekten ne olmuştu? Şöyle bir toparlamaya çalışayım.
Evlilik telaşı ile yeni bir yapılanmaya hazır hissediyoruz kendimizi. Nikah masasında söylenen “Evet” kelimesi, hayatımızda açılan yeni sayfanın ilk sözcüğü oluyor. Ama işte o “Evet” sadece bu kelimeyi söyleyenleri değil başka birçok şeyi de işin içine katıyor.
Örneğin gelenekler, birbirine aşık insanların duygu yoğunluğuna karışmaya başlıyor. Zorunluluklar, sorumluluklar birbiri ardına diziliyor. Hayatın akıp giden çarkı içinde birbirimizi ihmal etmeye, anlamamaya ve hatta umursamamaya başlıyoruz.
Duygusal zekanın önemi
Önceleri küçük tartışmalar başlıyor, pek umursamıyoruz. “Her evlilikte olur böyle şeyler” diyoruz, barışıyoruz, sorunun ne olduğu konusunda teşhis koymadan hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sonra bu tartışmaların sıklığı artıyor, şiddeti yükseliyor.
Kırılıyoruz, inciniyoruz ve karşımızdakini de incitmeye, kırmaya çalışıyoruz. Bizim çektiğimiz acıyı o da çeksin istiyoruz. Her tartışma kavgaya dönüşüyor. Ve sanki biz iki ezeli rakibin derbi maçındaymışız gibi davranıyoruz. Ölesiye bir mücadele... Tek amacımız haklı olduğumuzu kanıtlamak. Karşımızdakine üstünlük sağlamak. İyi de kimin haklı olduğunun önemi bir süre sonra anlamını yitiriyor.
Çünkü ortada kavgasını edecek bir evlilik bile kalmıyor. Bu durumdan çıkışın tek yolu, hepimizde var olan ama kullanmaktan kaçındığımız duygusal zekayı devreye sokmak. Hele hele bu korona günlerinde çok daha sık beraberken, bizi kurtaracak tek şey duygusal zekamız. Nedir duygusal zeka? Karşı tarafı anlayabilme, algılayabilme ve aynı zamanda da kendi duygularımızı doğru şekilde ifade edebilme becerisi.
Kişileri duygusal ve mantıklı gibi iki gruba ayırıyoruz. Üstelik mantıklı olarak nitelendirilen kişilerden övgüyle, diğerlerinden de eleştiriyle söz ediyoruz. Oysa ki her alınan kararın altında duygular yatar. İnsan kendisine yapılan bir harekete cevap vermeden önce duygularına başvurur.
Duygusundan aldığı mesajla düşüncesini geliştirir, sonunda da bu düşüncesini eyleme döker. Bu gerçeği göz önüne alırsak duygusal insan, mantıklı insan ayrımına girmemek gerektiğini görürüz. Ayrıca yetişme yöntemlerimizdeki yanlışlıklar da duygusal anlamda boşluklar yaratılmasına neden oluyor. ‘Erkekler ağlamaz’ anlayışıyla büyütülen erkek çocukları, ‘Kızlar öyle her yerde gülüp, konuşmaz’ diye telkinde bulunulan kız çocukları, ileri yaşlarda kendi duygusal dünyalarına yabancılık duyuyor.
Bu anlamda bakıldığında yetişkin olduklarında ve evlendiklerinde, birbirlerinin duygularını anlamamaları da çok şaşırtıcı değil. Bir evlilikte duygusal zekanın varlığı, uyumu, o evliliği son derece olumlu etkiler. Empati; bir kişinin diğer bir kişinin yerine bir an için geçerek, onun gibi hissetme ve onun gibi algılama becerisidir. Yani bir başkasının gözleriyle dünyaya bakmak ve bir başkasının duygularıyla bir an için yaşamaktır.
Eşinin üzüldüğü herhangi bir olayı saçma bulan eş, eğer duygusal zekasını işin içine sokarsa, söz konusu olan üzüntünün hiç de saçma olmadığını fark eder. Kırıcı, yıpratıcı birçok konuşmanın ve davranışın da bu şekilde önüne geçilmesi mümkün olacaktır.
Mutlu bir evlilik için...
- Bağlı ol ama bağımlı olma.
- Sev ama kendini daha çok sev.
- Fedakar ol ama kendini feda etme.
- Dünü an ama geçmişe saplanma.
- ‘Biz’ ol ama ‘Ben’i unutma.
- Sabret ama katlanma.
- Eleştir ama suçlama.
- İste ama ısrarcı olma.
- Değerlendir ama mukayese etme.
- Hiç bitmeyecekmiş gibi yaşa ama bitebileceğini unutma.