Uluslararası danışmanlık şirketi Deloitte, pandemi döneminde dünya çapında Y ve Z kuşağının durumu ile ilgili bir araştırma yaptı. Y kuşağı 1980-1999 yılları arasında doğanları, Z kuşağı da 2000 ve sonrası doğumluları kapsıyor. Bu araştırmada yok ama bilgi olarak aklınızda kalsın, 1965-1979 arasında doğanlara da X kuşağı deniyor.
Araştırmanın Türkiye ayağında Y kuşağını temsilen 300 kişi ile görüşülmüş. Yarısı kadın, yarısı erkek olan katılımcıların yüzde 86’sı ya üniversite bitirmiş, ya da halen okuyor. Araştırmanın genel sonucu şu: Y kuşağı endişeli ve mutsuz. Yüzde 55’i kendini her zaman kaygılı ve stresli hisediyor. Bu konuda dünya ortalaması yüzde 44. Yüzde 66’sı ebeveynlerinin kuşağından daha mutsuz olacağına inanıyor.
Bunda da dünya ortalaması yüzde 45. Bu kuşağın endişeleri ise ailelerinin refahı (yüzde 47), günlük mali durumları (yüzde 41), uzun vadeli mali durumları (yüzde 41) ve işyeri ya da kariyeri ile ilgili olasılıklar (yüzde 40) olarak sıralanıyor. Buradan çıkan sonuç şu: Gelecekleri ile ilgili müthiş bir belirsizlik içindeler. Halen yaptıkları işte kazandıkları para kaygılarını gidermeye yetmiyor.
Tabii bunda pandeminin etkisini gözardı edemeyiz. Şu an birçoğunun çalıştıkları yerlerde yönetici pozisyonunda olan bu kuşağın endişelerini yabana atmayalım. Çünkü bu endişeler, bir sonraki kuşakta daha da büyüyecek gibi görünüyor.
Araştırmanın ortaya koyduğu bir başka gerçek de Y kuşağının geçmişe özlem duyuyor olması. Hepsi 90’ların o kaygısız günlerini özlüyor belli ki. O yüzden hâlâ daha gittikleri eğlence mekanlarında 80’lerin 90’ların müzikleriyle eğleniyorlar.
Neden kıskançlık?
Dijital çağın temsilcisi Z kuşağı, ne yazık ki benim de içinde bulunduğum X kuşağının ve nispeten Y kuşağının mücadele azmini taşımıyor. Evet, kendi kuşağımla övünüyorum çünkü analog çağdan, dijital çağa dönüşümü her zerresine kadar biz yaşadık ve her şeye çok çabuk adapte olduk.
Şimdilerde kimse konfor alanını terk etmezken bizim kuşak değişim ve dönüşümlere o kadar kolay uyum sağladı ki, mücadeleyi bu alanda da sürdürdü. Toplumun dinamiklerine karşı daha duyarlıyız çünkü çok ama çok sıkıntılı dönemlerden geçtik.
Kaç tane savaş, kaç tane ekonomik kriz gördüğümüzü yazmayayım, sıkılırsınız. Ama Z kuşağı kolaycı bir tavır içinde ve mücadele etmeden hazıra konmak istiyor. Elde edemediği şeylere de fena halde haset duyuyorlar. Yani çalışıp elde etmeyi denemek yerine oturdukları yerden sadece öfke kusuyorlar.
Geçtiğimiz günlerde yaşanan iki örnek var bununla ilgili. Aleyna Tilki, ki kendisi de Z kuşağı temsilcisi, bir reklam filminden 1.5 milyon liradan fazla para aldığını söyleyince sosyal medyada linç edildi. Şöyle bir baktığımda linç edenlerin çoğu, Aleyna ile aynı kuşaktandı. Alişan da ailesinin içinde bulunduğu arabayla kaza geçirince, kullandığı otomobilin parasal değeriyle ilgili lince tutuldu.
Baktım, yine Z kuşağının temsilcileriydi linç edenler. Aleyna da, Alişan da yeteneklerini kullanıp çalışarak o paraları kazandı. Tek başına yetenek ya da 130 IQ zeka, başarılı olmanıza yetmiyor. Çalışmak ve mücadeleden kaçmamak gerekiyor.
Hoş geldin Temmuz
Bu yıl pandemi nedeniyle yaz mevsiminden pek bir şey anlamadık. Haziran geçti, bitti bile. Ama benim en sevdiğim ay temmuz, hoş geldi, sefa geldi. Sarı sıcak yazın başladığı aydır temmuz. Aynı zamanda yaz aşklarının filizlendiği, dertsiz, tasasız yazlık günlerinin başladığı, en büyük sorunun “Akşama ne yesek?” olduğu ay...
Benim için sanki yılbaşıdır. Kış aylarından nefret eden biri olarak benim yılım temmuzda başlıyor, yalan yok. O zaman bu güzel ayın gelişini Cahit Külebi’nin “Temmuz” adlı şiirinin bir kıtasıyla kutlayalım.
Vücudun çıra gibi tutuştu tutuşacak Saat üçe doğru bir temmuz gününde, Yani beni düşüneceksin, ya da bir başkasını Gülecek, konuşacak, dinleyeceksin İncecik parmakların saçlarının içinde.