Biliyorum; terk edilmişliğin içinde yarattığı, o akıl almaz sıkıntıyı yaşıyorsun bugünlerde. Neler hissettiğini anlıyorum, merak etme, benzer duyguları herkes yaşadı ömrünün bir döneminde. O hiç yokmuş, hiç olmamış gibi davranmayı istiyorsun örneğin. Hayatına hiç girmemiş, yüreğine hiç yerleşmemiş gibi... Bunca zamanı onunla geçirmemiş, hep yalnızmışsın gibi... “Sevme konusunda problemim yok, ama sevilmeyi beceremiyorum ben” demiştin bana, hatırlıyorum. Onun seni hiç sevmediğine inanmak istiyorsun çünkü. Böylece kendine bir teselli noktası bulacaksın. Ama ya sevdiyse? Ya sevgisi bittiği için gittiyse?
KAYBETME KORKUSU
Onu kaybetme korkusuyla yaptıklarını hiç yapmamış olmayı isterdin eminim. Korkunç bir kısırdöngüdür bu... Birini kaybetmemek için uğraşırken yaptığın her şey onu senden daha da uzaklaştırır. Uzaklaştığını gördükçe, kaybetme korkusu daha da ağır basar ve “Yapmam” dediğim şeyleri tekrar tekrar yaparsın. İşte o anların hiç yaşanmamış olmasını isterdin elbette. Sadece onu düşünüyorsun ve onu hiç düşünmeden geçirdiğin günlere dönmek istiyorsun. 40 kere sıçrayarak uyandığın uykular yerine, huzurla gözünü kapadığın akşamları...
Gözünü açar açmaz aklında o... Buna nasıl çare bulacağını da bilmiyorsun üstelik. Ama bil ki yürek acıyla parçalandığında, kendi kendini iyileştirmesini beklemekten başka çare yoktur. Öyle çok soru var ki cevaplanmamış... Neden bu vazgeçiş? Neden bu gidiş? Hangi yol kopardı onu senden, hangi surat, hangi el? Bilinmezlikler içinde kıvranmak yorar insanı. Cevaplanmamış her soru balyoz gibi iner beynine. Ah bir de anılar var elbette. Onunla gezmediğin bir tek sokağı, oturulmamış bir tek masası yoktur bu şehrin. Gittiğiniz her yerdeki izlerinizin silinmesini isterdin değil mi?
HERKESE KÜSKÜNSÜN
Çaresizlik insanı fena yapar. Önce her şeyi düzeltecekmişsin gibi hissediyorsun, olmadığını görünce kabuğuna çekilip içine kapanıyorsun. İşte bu his deli eder herkesi. Belki de hayatında ilk kez kontrol edemediğin bir şeyin seni bu kadar yıpratmasına, acıtmasına seyirci kalıyorsun. Bu çaresizlik hissinin bir an önce geçmesini isterdin, biliyorum. Zamanın da farkında değilsin çünkü önemi yok senin için. Günleri sadece tüketiyorsun. Ne mevsimlerin anlamı var senin için ne de günlerin, ayların...
Zaman ilaçtır belki ama o da geçmeyince acın hep aynı kalıyor, farkındayım. Hayata küskünsün, dostlarına küskünsün, sofralara küskünsün... Bir zamanlar onunla ‘güzelleştiğin’ masalar aklında ya, şimdi hangi sofraya otursan için burulacak, sohbetler eksik kalacak, kadehler yarım, mezeler lezzetsiz olacak. Ve tabii ki her şeyi bırakıp gitmek isterdin.
Hiç bilmediğin bir yerde, nasıl olacağını kestiremediğin bir hayata başlamak isterdin. Tanıdıkların olmadığı, konuşmak zorunda kalmayacağın, kendinle ilgili hiçbir açıklamada bulunmayacağın ve onunla asla karşılaşmayacağın bir yer... Ama bunu yapacak cesaretin yok çünkü içindeki saçma sapan bir umut seni bu şehirde tutuyor.
KENDİNE KAFA TUT
Onsuz yaşamayı başarmak istiyorsun asıl. Başarabilir misin bunu? Tüm bu duyguları yaşarken yapabilir misin gerçekten? Yapamazsın, biliyorsun. Oysa bir formülü var, tek formülü var... Kendine kafa tutmak. Asıl başarman gereken bu. Onunla değil, kendinle mücadele etmek. Bu umutsuzluğa, bu karamsarlığa teslim olmamak. Ne demiştim?
Seninle benzer duyguları herkes en az bir kez yaşadı. Hiç kimse ölmedi merak etme. Hayat bir şekilde devam etti. Kimisi çok daha mutlu oldu, kimisi mutluluk kırıntılarıyla yetindi. Ama kimse eskisi gibi değil; herkes değişti, dönüştü. Serbest bırak onu, bedenen gitti ya ruhen de gitsin artık. Ancak o zaman duygusal dönüşümünü tamamlayabilirsin. Ancak o zaman yeniden aşka inanabilirsin...