Haber önceki gün Düzce’den geldi. Bazı ev sahipleri evlerini kendileri kiraya verdikleri halde emlakçı kisvesi altında bir kira komisyon alıyormuş. Bunu da Düzce’ye okumaya gelen üniversite öğrencilerine yapıyorlarmış. Ben bu ülkede epeydir hayret duygumu yitirmiştim, hiçbir şeye şaşırmıyordum ama böylesini de hiç görmemiştim. Zaten kiralar almış başını gitmiş, yurt bulamayan bir öğrenci kısıtlı bütçesiyle bir ev tutacak, okulunu okumaya çalışacak. Vicdansız ev sahibi hem fahiş kira alacak, hem depozito alacak hem de üstüne emlakçı komisyonunu ekleyecek.
Dürüst, insanları sülük gibi emmeyen ev sahiplerini tabii ki ayrı tutuyorum. Arkadaş, böyle vicdansızlık olur mu? Böyle dolandırıcılık olur mu? Bunun hesabını kimse sormaz mı? Ülkede taksiciler ayrı dert, ev sahipleri ayrı dert. Taksici kısa mesafe diye yolcu almıyor, üstüne “Git kime şikayet edersen et” diye çıkışıyor. Biliyor ki; şikayet edilse bile hiçbir sonuç çıkmayacak.
Bu ev sahiplerini de kime şikayet edeceksin? Bir arkadaşım, kiralık ev ilanı görüyor, telefon ediyor ve aylık kiranın 2500 TL olduğunu öğreniyor. Ertesi gün evi görmeye gittiğinde ise “Kusura bakmayın, evi 3500 TL’ye kiralıyoruz” sözüyle karşılaşıyor. İnsanların çaresizliğinden çıkar sağlamaya çalışıyorlar. Ayıp yahu, gerçekten ayıp!
YILDIZ TİLBE KONSERE ÇIKMASIN
Aşıya ve PCR testine karşı olduğunu bağıra bağıra söyleyen, aşı olmayacağını sanki marifetmiş gibi her ortamda anlatan Yıldız Tilbe konserlerine devam ediyor. Konsere giren herkese aşı karnesi ya da 48 saat içinde yaptırmış olduğu PCR testi sorulurken Yıldız Tilbe o sahneye nasıl çıkıyor? Tilbe’nin başkalarının hayatını tehlikeye attığı bir gerçek. Taşıyıcı olabilir, orkestra arkadaşlarına bulaştırabilir. Benim bildiğim bu gerçeği, bu işin kontrolünü yapan yetkililer bilmiyor mu peki?
Bana göre Yıldız Tilbe ya aşı oldu, ya da her konserden önce PCR testi yaptırıyor. Buna karşı olduğunu açıkladığı için de geri adım atmamak için saklıyor. Aksi takdirde o sahneye çıkması imkansız. Yok, aşısız ve testsiz olduğu halde sahneye çıkmasına göz yumuluyorsa bu daha büyük bir suç. Eğer öyleyse, Yıldız Tilbe’nin konserlerinin acilen iptal edilmesi gerek.
İSTANBUL’DA SONBAHAR
En sevmediğim mevsim başladı. Hele hele İstanbul’da sonbaharı yaşamanın en küçük bir keyfi yok. Şehir doldu, trafik korkunç, zaten taksi yok, koronavirüs önlemlerine aldıran yok. Her dakika da Belgrad Ormanı’na gitmiyoruz ki, yere düşmüş sarı yaprakların romantizmini yaşayalım. Bu sonbahar geçiş mevsimi olduğu için tadı tuzu yok. Tek sevindirici yanı, palamutun, lüferin tezgaha çıkması.
Soğuk hava sevmem ama kış daha merttir mesela. Hiç olmazsa bilirsin, kıştır, soğuktur. Üstelik kışın sonu bahardır, ertesi de yaz. Ama düşünsenize, sonbaharı yaşıyorsunuz, ardından gelen mevsim kış. Dileyelim de çabuk geçsin, kış gelsin, kış bitsin, yaz gelsin. Sıcak kumlara yatılsın, serin sulara girilsin, akşamüstü sefaları yapılsın, gece sofraları kurulsun, dostlarla oturulsun. Hem kaç yaz daha yaşayacağız ki şunun şurasında.
HASTALIKLI AŞKI ANLATAN ŞİİR
Sonbahar demişken, sosyal medyanın şiir meraklısı hesapları yine Cemal Süreya’nın meşhur dizelerini paylaşmaya başladı. “Ben senin sevgilin, eşin, baban, ağabeyin, arkadaşınım. Biri bitse biri kalır. Seni hiç bırakmayacağım.” Aman arkadaşlar lütfen bu sözleri dikkate almayın.
Bir erkek aynı anda, aynı kişinin hem sevgilisi, hem eşi, hem babası, hem ağabeyi, hem arkadaşı olamaz. Böyle bir şey mümkün değil. Bu şiirde anlatılan şey hastalıklı bir sevgidir. Takıntılı bir aşkı anlatır. Siz sadece sevgili olun, eş olun yeter. Hiçbir kadın da sevgilisinden böyle olmasını beklemesin, hayal kırıklığına uğrar.