Tütün-alkol satışı ve sunumuna ilişkin yeni yönetmeliğe dair yaptırımlar, “yok” dedikleri ‘gizli ajandadan’ düşen bir yaprak gibi… Referandumda çıkan ‘%42 Hayır’ın peşine düşmek için örgütü sahil kasabalarına yönlendiren Başbakan Erdoğan’ın, İstanbul Boğazı dâhil, deniz kıyılarındaki restoranlara ‘içki kısıtlaması’ getirmesi adeta rövanşist bir tavır. Tophane'deki galeride ‘içki ve resim’ yüzünden cam-çerçeve, kafa-göz bırakmayan çapulcuların taşeronluğuna son verilmiş, sergi ve açılışlarda ‘alkol yasağı’ yaptırımı merkeze çekilmiş oldu. Bu uygulamaların Necmettin Erbakan başta olmak üzere Numan Kurtulmuş ve Abdüllatif Şener’e yönelecek seçmenlere nasıl yansıyacağını göreceğiz.
Ahmedinejad’a Chivas Regal
“Gönderilen yılbaşı hediye paketinde alkol bulunmayacak.”
– Yahu sana ne? Ne göndereceğimi sana mı soracağım? Hangi cüretle beni tek tipleştirmeye çalışıyorsun? Paketin içine bir şişe Chivas Regal viski, Olmeca tekila, Lanson şampanya, Amaretto likör ya da Bourgeois şarap koyanlar, bunu İstanbul Müftüsü’ne, Kocatepe Camii’nin imamına, Sultanahmet Camii’nin müezzinine, Diyanet Vakfı’na, Necmettin Erbakan’a ya da Ahmedinejad’a göndermiyorlar ki… ‘Vidanjör’ takımına bunlar… Bakalım parfüme, kolonyaya ne zaman yasak gelecek? Muhtevası haram çünkü. Yakında kolonya ‘yeşil reçeteye’(!) bağlanır.
‘Etek çevirmesi’
Milleti yumurtaya, makarnaya, bulgura talim ettirerek ne yiyeceğine zaten sen karar verdin.
Savurduğun vaatlere de vatandaşın içeceği bir bardak soğuk su malum!
Başbakan Erdoğan, Dolmabahçe Sarayı’ndaki çalışma ofisinde rektörlerle ‘kahvaltılı içtima’ yaparken, dışarıdaki öğrencilerin nümayişine, işçi problemlerini çözmedeki gibi ‘ters orantılı güç’ kullanıp, gençlerin ‘sabah öğününü’(!) biber gazı ile gidererek karşılık veren çevik kuvvetin bu tutumu, ‘TMSF basını’ ile ‘tavukkarası medya’ dışında tepkilere yol açmıştı.
Göstericilerden genç bir kadına “Vurmayın, hamileyim” demesine rağmen özellikle ‘stratejik derinliğe’(!) tekmelemelerini sürdüren memur, akabinde eylemcinin bebeğini düşürmesine neden olmuş, çevik kuvvetin ‘jinekolojiye’ merak sarıp, ‘koca karı usullerini’ kullanması(!) esefle karşılanmıştı. Artık kürtaja son… Polis copu, çevik kuvvet tekmesi, biber gazı düşük için yeterli. Çevik kuvvet’in, 17 Temmuz 1968’de 6.Filo askerlerinin Dolmabahçe’de denize dökülmesi gibi, öğrencileri kıyıdan bir altı okka yapmadıkları kaldı.
Kırılgan güç
Geçen hafta ‘Önce Mülkiye, sonra Türkiye’ denilen ‘Mülkiye, Tıbbiye, Harbiye’ troykasının bir bacağı, bugünün Ankara Siyasal Bilimler Fakültesi’nde, öğrencilerin Süheyl Batum’u ‘kırılgan güç’(!) kullanmadan sloganlarla geri gönderip, AKP’nin espri makinesi Burhan Kuzu’yu da ‘yumurta fesadına’ uğratması, geçen haftanın gündemini ‘çırptı’.
Fakülte dekanı Celal Göle'nin, Burhan Kuzu’yu arayarak gökyüzünün karardığını söylemesi, hava durumu tahmininin de‘sağanak yumurtalı’ olduğunu belirtmesi, Batum ile sürekli polemiğe giren Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı’nı, “Yine Süheyl’le ‘yumurta tokuştururuz’ icabında…” hesabı ile ‘kuzu kuzu’ konuşmaya gitmekten vazgeçiremedi. Ancak Burhan Hoca, erken uyarı sistemine ve tedarikli ‘yumurta kalkanlarına’ rağmen birkaç saniye gecikmeden dolayı isabet aldı. Yumurtada saniyelerin önemi büyüktür. Rafadan olur kafadan. Birkaç saniye daha bekletilirse kayısı, bir iki dakika daha tutulursa katıya dönüşme hâsıl olabilir.
Tavuk çiftliğinde örgüt eğitimi
Öğrencilerin, şemsiyeler arasından bile nokta atışı yapabilmesi, ‘bir tavuk çiftliğinde örgüt eğitimi’ aldıkları şüphesini arttırıyordu. Bu ‘uçan proteinleri’ fırlatanların arkasında kimler vardı? O ‘öğrenci kılıklı mancınıkları’(!), sınıfa hangi güç odakları yerleştirmişti? Bunlar ‘seyyar öğrenci’, ‘kadrolu yumurtacı’ mıydı?
Lizbon sonrası alevlenen Füze Kalkanı meselesi, tam dallanıp budaklanacakken, ‘internet bombası’ WikiLeaks bir anda dünyanın çenesine vurup, başkentlerin belalısı oldu. Bu olay, ‘internet çağının’ esas şimdi başladığını muştulayanbir enstantaneydi. Ne Pentagon’un, ne Birleşmiş Milletler’in, ne de Sarkozy’nin banka hesabının heklenmesi bu kadar etkili olup, üzerinde günlerce konuşulmamıştı. Andy Warhol’un “Bir gün herkes on beş dakikalığına meşhur olacak” lafı gibi arama motorlarına ‘susturucu’ takılmadığı sürece internet, herkesin sesini duyurabileceği, düşüncelerini dünyayla paylaşabileceği bir mecra. Seyirciyi televizyon karşısına kitleyen Dünya Kupası maçları gibi, herkesi bilgisayar başına çakan ‘Arkası yarın’ 32 kısım tekmili birden politik-diplomatik diziydi bu WikiLeaks.
Castro-Chavez ikilisi
Enformasyonla dezenformasyon karışımı, kimi sulu sepken, kimi hayli ciddi bu bilgi notlarının orijini neresiydi? Ekran arkasında kim vardı? Membaı bulmak önemliydi. Bu ifşaatın nedeni Amerikan yönetiminin bir iç hesaplaşması mıydı, yoksa Rus mafyası mı vardı işin içinde? Çin virüsü ya da NASA’ya California’dan misafir giden Arsenikkolik bakteriler olabilir miydi?
Bir dakka… Dünya Hacker’lar Birliği’nin, Somalili garsonların, El-Kaide’nin, UFO cemaatinin, hatta Castro-Chavez ikilisinin bir parmağı söz konusu muydu acaba?
Belki de LC Waikiki’den ayrılan bir grup tezgâhtardı, ya da Vikinglerdi sızıntıyı yapan?
Komposto teorileri
Analitik düşünmeyle, alakasız gibi görünen farklı siyasi-sosyal-diplomatik olayları birbiriyle ilişkilendirip tümevarıma ulaşmak, karşı tarafın kartını doğru tahmin ederek geleceğe dair okumalarla stratejiler geliştirme dışişlerinin görevi. İstihbarat çalışmaları da diğer bilgi beslenme kaynakları. Ancak her türlü veriye bir vesveseyle bakmak, yeni ‘komposto teorileri’ üretmek günümüz Türkiye’sinin yeni bir trendi. Her ağızdan bir komplo teorisi, her kalemden bir niyet okuma… Mal bulmuş mağribi misali, üzerine atlamayan kalmadı azizim. Atan atana… Havada hâlâ komposto teorileri uçuşuyor, biri iniyor, biri kalkıyor.
Bizim başımız kel mi? Tabii ki kel… O zaman biz de bu rüzgâra kapılıp başlayalım savurmaya… Ya tutarsa diyerek?
-Baba bu NATO… FETO, FATO, KETO, MOTTA, TATTOO, TOTO gibi bir şey mi?
-Oğlum NATO dediğin Güney Kore’de bir kenttir. Bir adı da Pusan’dır. Burada Türk Şehitliği vardır. Yani NATO, Türkiye’nin üzerine ‘vazife olmayan’ şeyleri yapması anlamına gelir. Bizde NATO’ya, ‘NATO kafa, NATO mermer’ denir.
NATO’nun günümüzdeki açılımı Nazik Aletleri Türkiye’ye Oturttururuz.
Bu nedenle kimi der ‘Yolumuz devrim yolu’ kimi de ‘Umudumuz NATO yolu’. NATO yolu, Üsküdar’a, Ankara’ya olduğu kadar İncirlik’e de çıkar. Eski büyüklerimizden Süleyman Demirel, İncirlik için “Üs yok, tesis var” derdi. Buna karşı çıkan Necmeddin Erbakan Hoca’da “Üs yok, testis var” saptaması yapardı.
“Ordu’nun dereleri, aksa, yukarı aksa” türküsü sonuç getirmeyince de, bu kez ‘havayı dinlemek’ için de Ünye’ye ‘füze radar tesisleri’ konuşlanmıştı… Bu kadar bilgi yeter, fazlası zarardır oğlum!
Nükleer füzelerin ‘kediye yüklenmesi’!
NATO’nun Lizbon’daki ‘stratejik konsept’ zirvesi sonuç bildirgesinin sadece kamuya açıklanan kısmında İran, Suriye ya da Kuzey Kore adının geçmemesi, nükleer füzelerin ‘kediye yüklenmesi’(!) anlamını taşımıyor. Fransa’nın 2003 yılında İran’a 10,5 milyar Avroluk sadece silah satışını hafızasından silen, bu ‘altıgen ülkenin’ Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye, Tahran, ‘nankör kedi’ dese hakkıdır.
Tehdidin kaynağı Tutsiler
İşadamı, rahmetli Vehbi Koç’un öğütleri arasında şu iki nasihatini hiç unutmam. Veciz sözlerini "Hatıralarım, Görüşlerim, Öğütlerim" adlı kitapta toplayan Koç, doğum artışları ile ilgili olarak ‘kaliteli nüfus’ derdi. Türkiye Aile Sağlığı Planlaması Vakfı’nı da kuran işadamı, amaçlarının milli gelir artışı ile nüfus oranı arasında denge kurarak, sağlıklı ve iyi eğitim görmüş nesillerin yetişmesindeki hizmetlerini açıklıyor, ailelerin bakıp eğitebileceği sayıda çocuğa sahip olmalarının altını çiziyordu. Herkese ‘3 çocuk ısrarındaki’ Başbakan Erdoğan’a duyurulur. Rahmetlinin bir diğer önerisi de bir konuda karara varmadan ya da bir durumla ilgili bir şey söylemeden önce üzerinden1 gün geçmesini, 24 saat beklenmesini söylerdi. Ki geri dönmek zorunda kalınmasın. Bu da CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na iletilir.
BBC Objektifliği ve Salih MemecanBu bağlamda Salih Memecan’ın, Kılıçdaroğlu’nun ‘dün, dündür, bugün de bugün’ tarzı, o günlerde MYK ve teşkilatla tam bir uyum içinde olamamaktan kaynaklanan görüntüsünü, karikatürize etmesine gelelim.Öncelikle bir sanatçının tabii ki bir dünyaya bakışı, bir siyasal duruşu vardır, olmalıdır, olmak zorundadır da. Ancak sırf perspektifinize uymuyor diye karşıta dair doğruyu, gerçeği, mantıklı olanı göz ardı etmeniz de sanatçı duyarlılığınızla çelişir. Aynı şekilde gördüğünüz bir yanlışı, bir tersliliği, bir çelişkiyi ortaya koymak yerine, siyasi yaklaşımınızdan dolayı kamufle etmeye çalışıyorsanız da ‘BBC objektifliği’ diye bilinen kıstasla da ters düşüyor, kayırıcılık yapıyorsunuz demektir. Eleştirel yaklaşımınız da bu yanlı davranışınız, objektifliğinizi, inandırıcılığınızı sarsacaktır.
Espri, geçmişle anı buluşturan köprü
Mizah malum olduğu üzere bir çelişkiyi, bir tekrarı, bir ani değişimi, bir insan zaafını ortaya koymada, zekâyı, kimi anlık, kimi durumsal bir zamanlamayla birleştirip ortaya koymaktır. Ya da hafızaya alınmış bir geçmişle, o anı buluşturan, birleştiren bir köprüdür espri… Belki de mizahta başarı, ironiyi, alegoriyi kullanmaktan geçiyor. Bir konuda aklınıza gelen ilk espri çoğunlukla hamdır, onu işlemek, türevini almak, bir ya da iki takma attırmak gerekir. Bu açıdan Salih’in, Kılıçdaroğlu karikatürü’nün esprisi, taklası attırılmamış, bir ya da iki ileriye götürülememiş, ham halde çizgilendirilmiş. Daha doğrusu kişiyi espri yapmaya iten nedenin ta kendisi. ‘Kıvırtma’ diye nitelendirilen durumu ortaya koyacak bir espri yok ki karikatürde. Yoksa eşinin AKP milletvekili olması, kendisinin Başbakan’a yakın olması beni ilgilendirmiyor açıkçası.
CHP, parti içi iktidar savaşını bitirmediği sürece, hiçbir zaman hükümet olamayacaktır. ‘General sekreter’ Önder Sav’ın sonunda ‘tapusal alandan’ alınıp, arşive gönderilmesi, yerine Prof. Süheyl Batum’un getirilmesi, partinin yarı donmuş kanına bir canlılık getireceği gibi, bu mezozoik çağdan kalma ‘dedeler takımına’ biraz da torunlarını sevme imkânını doğuracaktır. Biz senelerdir aynı suratları görmekten kusacak hale geldik yav. Torunlarsa dede yüzüne hasret kaldı. Büyükbabalar, başbakan olana kadar torunlar baba oluyor. Keza değerli meslektaşım, sevgili arkadaşım Melda Onur’un da eğitimden sorumlu genel başkan yardımcılığına getirilmesi partiye bir kazançtır.
Koltuk Fetişizmi
Aman tanrım!!! 53 yıl tekkeyi bekleyip, tam çorbayı kaşıklamak üzereyken, yani genel başkanlığa adım adım yaklaşmışken, dünyalar başına yıkıldı, ocağı söndü Sav’ın, tam bir katastrofik durum… Koltuğu bırakamadığı gibi odasını da gasp etmek onursuzluğunu hissedemeyecek kadar duyarsız bir general sekreter… Halbuki, Azrail’den “Yeter artık Önder… Bundan sonra bizim safımıza geliyorsun bi zahmet ” komutu gelene kadar koltuk fetişizmini sürdürecekti. Kimi oraya oturtsan bunca yılda delegeleri, ili, ilçeyi değil, köyleri dahi hane hane tanır…
Önder Sav’ın koltuğunun altından çekilmesinden sonra basına saatlerce açıklamalarda bulunup, televizyonlara yeni röportaj randevuları vermesi ne kadar da medyaya meraklı olduğunu ortaya koyuyordu. Bakın neler diyordu:
Genel Merkez önündeki eskiciler
ÖS: Parti aşiret partisi değildir…
MAB: CHP yıllar yılı aşiretlerden oy almadı mı? Aşiret reislerine yüzsuyu dökmedi mi? Partinin başına geçmek için illa Balıkesir’in Işıklar Köyü’nde mi doğmak gerekiyor? Yoksa Antalya’da mı dünyaya gelmek mecburiyeti var?
ÖS: CHP kimsenin babasının tapulu mülkü değildir.
Bu türban meselesinin ‘Brezilya dizileri’, Yaşar Ağabey’in (Kemal) ‘İnce Memed’ i, Reşat Nuri Güntekin’in Karacaahmet 7. adadan yazmaya devam ettiği ‘Yaprak Dökümü’ gibi ‘Arabın yalellisi’ olacağı ‘Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur!’a (Medreselerde okutulan ‘Bina’ adlı ‘Arap gramerindeki fiil çekimlerini içeren kitabı bitiremeyip, tekrar okuyanlar) dayanacağı başından beri belliydi.
‘Anadol’ Kemal
AKP, ‘komisyon kurma önerisiyle’ önce CHP’nin kapısını çaldı. Hal hatır, üç, beş derken ‘Anadol’ Kemal, ‘yılbaşı hediye sepeti’ gibi içinde her şeyin olduğu ‘türban, YÖK, İsviçre çikolatası, dokunulmazlığın kaldırılması, Hollanda peyniri, seçim barajının düşürülmesi, Fransız şarabı, başörtüsünün tapusal alana girmemesi ve havyar’ bulunan bir paketi sundu misafirlere. ‘AKP türban timi’ pakete elini sürmeden, ‘6 oktan’ ayrılıp, ‘9 ışığın’ ipini çekmek üzere MHP’ye gitti.Türban, puşi, çatkıMHP’de Meclis’te mutabakat istediklerini, komisyondan yana olduklarını vurguladı. Meclis’te ‘komisyon’ demek, milletvekillerine ‘ek iş’ demek… ‘Alın, verin, ekonomiye can verin’ misali… BDP’de ‘Bu meseleyi, demokratikleşme paketi içinde, azınlık hakları, yeni bir anayasa ile birlikte ele alınması şartıyla’ destekleyeceğini belirterek, türbandan tavşan yanında bir de ‘puşi’ ve trafik ışıkları misali ‘çatkı’ çıkarmayı planlıyordu.
Tüm bunlar ön görüşmesi olamayan, sadece kamuoyu karşısında yapılabilen pazarlıklar sanki… Hesapta iyi niyet gösterisi, ‘bak biz de çözüm istiyoruz, aman ha yanlış anlamayın’mesajı… Seçmen karşısında konsensüs provaları adeta… Başbakan Erdoğan, ‘CHP’nin türbanda samimi olmayan yaklaşımı yüzünden bu sorunun çözümünün 2011 Seçimleri sonrasına kaldığını’ açıkladı. ‘Bu türban burada bitmez’ demedi. Biteceği de yok zaten.Ebcet hesabına göre Erbakan
2011 seçimlerinde Kılıçdaroğlu meydanlarda ‘artık türban yasağını kaldırıyoruz’ mu der? Yoksa dili sürçüp ‘CHP olarak türbanı tamamen kaldıracağız’ gafını mı yapar, kestiremiyoruz. MHP lideri Devlet Bahçeli, kürsüden bu kez ip yerine, başörtüsü mü fırlatır bilemiyoruz. Yaptığı ‘ebcet hesabına’ göre 9 ay sonra iktidara gelecek olan Saadet Partisi müzmin lideri Necmettin Erbakan da, ‘astronot kıyafetiyle’ seçmenin karşısına geçip, ‘Bunlar içi saman dolu kuş, bizse canlı kuşuz’ diyerek ‘İktidar olur olmaz istikametimizi fezaya çeviriyoruz. Bakalım Samanyolu’nu da ‘kamusal alan’ ilan edebilecekler mi bu beynamaz takımı?’ şeklinde mi fırçasını atar, öngöremiyoruz.‘3 çocuk+1 türban’“Kadınlar başörtüsü ile Meclis’e giremiyor. Bu konuda adım atmayacaksanız, siyasi tercihimi değiştireceğim” diyen AKP kurucularından Fatma Ünsal’a “Bebek bile 9 ay 10 gün sonra doğar, bekleyin” karşılığını veren Başbakan Erdoğan da seçim stratejisini ‘3 çocuk+1 türban’ üzerine mi kurar, onu da zaman gösterecek. Bilebildiğimiz bir şey varsa o da ‘Omurgasızsın’, ‘Sen de yüzkarasısın’ şeklinde başlayan girizgâhlar, ülkenin çoktan seçim sathına girdiğinin bir göstergesi…Ordu ‘alfabeye’ el koydu!
Kürtçe anadilde eğitim için toplanan 4 bin imzalı dilekçeyi, il milli eğitim müdürlüğüne veren BDP Grup Başkan Vekili ve Batman Milletvekili Bengi Yıldız çıkışta “Kürt coğrafyasında birinci resmî dilleri Kürtçe, ikinci dilleri de Türkçe olacak. Hem Türkçe, hem Kürtçe öğrenecekler. Türkiye genelinde resmî dil Türkçe ama Türkiye'nin tüm bölgelerinde ikinci dil olarak Kürtçenin öğretilmesi lazım. Valisi, kaymakamı, Emniyet'i, öğretmeni Kürtçe bilmiyor ve 'Sizi yöneteceğiz' diyorlar. Bu halkın dilini anlamayanlar, bu halkın sorununu da anlayamaz”diyor.
Dağların şerefiyle oynadınız
Sayın vekil, siz Kürtçe biliyorsunuz da bu garibim insanların sorunları için bir kelime dökülüyor mu ağzınızdan? ‘İş, aş, eş’ nerde demek ‘un, tuz, şeker’ gibi çok mu uzak durulması gereken istemler bunlar? Dilleri için değil, ‘gırtlakları’ için bir kelam ettiniz mi hiç? ‘Check up’ değil, doktor yüzü gördüler mi bu insanlar? Oralara gelen idealist doktorları, hemşireleri, öğretmenleri, bilumum partinizin ‘delikli metal kanadı’ yıldırttı, öldürdü… Bu mu soydaşını sevmek? Bu mu be Kürt Milliyetçiliği?
Faili meşhurlar(!)
‘Delikli metal kanat’, sapık ‘derin devletle’ karşılıklı rekabete girip, birlikte köyleri yaktı. Fukara köylülerin boğazlarına çöküp, kümesindeki tavukları, yumurtaları, kilerindeki peyniri, somunu, peksimeti, tek sermayeleri olan 3-5 küçük başı dağa kaldırdı. Kürt, Türk, bebe, dede, bacı, hacı demeden doğradı. Gencecik insanları yıllarca dağlara hapsetti. Bedenlerini devlete hedef yaptı. Dağların şerefiyle oynayıp o rakımları ‘kerhaneye’ çevirdi. Cevap ver, verebiliyorsan şayet Sayın Bengi Yıldız?
‘Faili meşhurları’(!), ‘ortada ‘ölüm kuyusu’ var, dağdan geçleri’, köylülere ikram edilen ‘Yeşilyurt menüsünü’, ‘Hizbullah kelle-paçacılarını’ inkâr edenlerden değiliz.
Sabahtan akşama türban, akşamdan sabaha Kürtçe
Zorunlu din dersi gibi Kürtçede mecburi olmalı(!) Sadece Kürtlere değil, Türklere de