Her toplumun kanayan yaraları vardır. Yıllar yılı çözüme kavuşturulamayan, artarak devam eden. Bizim de en büyük yaramız kadınlarımız. Sosyal hayatta, iş hayatında, sokakta kısacası bulunduğu her mecrada ayrımcılığa, eşitsizliğe maruz bırakılan kadınlarımız.
Bugün kadınların büyük bir çoğunluğu, erkeklerin ise azımsanamayacak bir kısmı kadına şiddete karşı hemfikir ve bununla mücadeleye hazır. Ancak burada eksik olan bir şey var. Kadına şiddet nedir? Ne ile beslenir? İşte bu ve benzeri soruların cevaplarını bulamamışken ortaya atılan mücadele ne yazık ki hedefine ulaşamıyor. Bir eylemde bulunabilmek öncelikli olarak doğru tanımları yapabilmekten geçiyor. Toplumsal cinsiyet, ataerkil sistem, eril söylemler… Tüm bunlar neyi ifade ediyor biliyor muyuz?
Kadına şiddet kılık değiştiriyor
Öncelikle kadına yönelik şiddetin sopadan, dayaktan ve fiziksel şiddetten ibaret olmadığı anlaşılmalı. Şiddet, kimi zaman dil, kimi zaman tabular, kimi zaman da medya ve televizyon dizileri yoluyla işleniyor. Bunu bir dizi üzerinden örneklemek istiyorum. Yayın hayatına yaklaşık üç hafta kadar önce başlayan bir dizi Sadakatsiz. BBC’nin ödüllü dizisi ‘Doctor Foster’dan uyarlandı. Reytinglerde de son derece iyi gidiyor. Bende merakıma yenilip bu hafta yayınlanan yeni bölümünü izledim. Hikâye bir evlilik üzerinden şekilleniyor. Bir tarafta hem başarılı ve güzel, hem de iyi bir eş ve anne olmak için çabalayan bir kadın, diğer tarafta karısını ustalıkla aldatan, ama bir o kadar da ailesine düşkün bir adam(!) Başta pek çok şey göze batmıyor. Ancak bakmak ve görmek arasındaki ince çizgi aşıldığında tüm gerçekler ortaya saçılıveriyor. Şimdi eşitsizlik ve kadını aşağılama nasıl doğallaşır, meşru hale getirilir bir bakalım.
Evli olmak aşka engel değilmiş(!)
Caner Cindoruk’un canlandırdığı Volkan karakteri oldukça dertli. Zira iki kadın arasında karar vermekte oldukça güçlük çekiyor(!) Kadın arkadaşıyla dertleşirken şöyle diyor: “İnsanın kalbi sadece bir kişi için atmıyormuş. Evli olmak âşık olmaya engel değilmiş. Ve insan aynı anda iki kişiyi sevebilirmiş.” Durun durun daha bitmedi. Sırada ihanete rağmen evliliğini devam ettiren Asya’ya, kayınvalidenin verdiği sıra dışı tavsiyeye gelelim. Şöyle diyor Saliha anne: “Evlilikte huzursuzluk olur. Ama kadın kocasını hep alttan almalı. Kocanı, çocuğun için alttan al. Yuvanı hiçbir şey için dağıtma.” Seçenek haline getirilen kadınlar, seçim yapma hakkını elinde tutan erkekler. Her yönüyle değerlerini kaybetmiş bir evlilikte kadına yüklenen misyon ise ‘Yuvayı dişi kuş yapar’ naraları atan o kokuşmuş eril zihniyetin yansımalarından ibaret. İşte size toplumsal cinsiyet, işte size şiddetin dik alası. Şiddet dediğimiz meseleyi her zaman o üçüncü sayfalarda aramaya gerek yok. Eğer dikkatlice bakarsak onun her biçimde, her yerde olduğunu görmek zor olmuyor.
Medya organları, televizyon dizileri vb. Toplumun bilinç altınının en derinlerine kodlanan bu ataerkil söylemleri önce üretiyor, sonra incelikle zihinlere işliyorlar. O zihinler büyüyüp aramızda dolaşıyor. Birileri önce şiddete biçim veriyor. Sonra da bunu dil, söylem, davranış kalıpları aracılığıyla topluma enjekte ediyor.