Gencecik bir polis memuru şehit oldu İstanbul Ümraniye’de. 27 yaşında bir kadın memur. Şeyda Yılmaz henüz 10 aylık bir polis memuruydu. Önce ailesi, sonra silah ve mesai arkadaşları, Emniyet Teşkilatı, ardından da hepimiz paylaşıyoruz bu büyük acıyı. Katil (zanlısı) Yunus Emre Geçti. Henüz 19 yaşında ama tam 26 suç kaydı olan biri. Tam bir suç makinesi yani.
Pırıl pırıl, gencecik bir kadın polisin yaşamını yitirmesi çok büyük acı evet. Ama bu dramatik durum, yaşanan olayın yüzümüze çarptığı gerçekleri gölgelememeli. Aksine, içinde bulunduğumuz durumla yüzleşmemize vesile olmalı. Olmalı ki, yeni acılar yaşanmasın. Olmalı ki, Şeyda Yılmaz yattığı yerde huzur bulsun.
Ümraniye’de işlenen cinayet, öncekiler gibi hamasi açıklamalarla geçiştirilip unutulmamalı. Şehidimizin adını bir zırhlı polis aracına ya da bir üst geçide vermekle yetinmemeliyiz. En azından bu defa. Sistemde var olan eksikleri, yanlışları görmemizi sağlamalı Şeyda Yılmaz’ın vedası. Varsa, olay yerindeki polis ekibinin eksiklerini çekinmeden konuşabilmeliyiz. Yine eğer varsa; polis memurlarının tecrübe, çalışma koşulları, özlük hakları, eğitim seviyeleri, psikolojik durumlarıyla ilgili yapılması gerekenleri bu vesileyle masaya yatırılabilmeliyiz. Onların iyiliği için… Onlar şehit olmasın diye. İyi niyetle, samimiyetle.
Ve tabii… O suç makinesinin nasıl olup da böyle bir sicille aramızda dolaşıyor olduğunu sorgulamalıyız. Polisin oldum olası yakındığı bir durumdur: “Biz ön kapıdan sokuyoruz, onlar arka kapıdan çıkıyor” cümlesini kim bilir kaç kez duydum Emniyet mensuplarından. “Biz suçluları yakalıyoruz, savcılığa sevk ediyoruz, mahkemeye çıkıyorlar ve serbest kalıyorlar” cümlelerini… 19 yaşında, 26 suç kaydı olan birinden söz ediyoruz. Çocuk yaşta sabıkalı olanlardan belli ki. Dosyasında her türlü suç var.
Böyle birini, bu cinayeti işleyinceye kadar neden rehabilite edemediğimizi düşünmeliyiz örneğin. Katilin (zanlının) şehit polisin mesai arkadaşları tarafından ‘çöp poşeti’ giydirilerek, hayvanların taşındığı araçla adliyeye götürülmesi ilk bakışta herkesin içini soğutuyor olabilir ama buradaki uygulamanın maksadını aştığını da görmemiz gerekiyor. Çözüm gerçekten bu mu diye düşünmemiz gerekiyor. Dediğim gibi, evet, ilk anda izleyene “Oh” dedirten, “Hak etti” diye hissettiren bir görüntü olabilir ama adı üzerinde ‘his’ bu. Akıl değil. Bütün bunları konuşabilmeliyiz işte. Tüm iyi niyetimizle, tüm içtenliğimizle konu edebilmeliyiz bunları.
Arkadaşlarını şehit veren polislerin haletiruhiyesini tahmin edebilmeliyiz. Onların acısını ve o acıyla verdikleri tepkiyi anlayabilmeliyiz. Anlamaktan kastım onaylamak değil. Devleti temsil edenlerin, şahsi intikam almaları hâlinde geleceğimiz noktayı düşünmeliyiz. Biliyorum kolay değil ama Türkiye bir hukuk devleti. O acımasız katile cezasını verecek olan, vermesi gereken hiçbirimiz değiliz; bağımsız yargı. Bu noktada da yine Şeyda Yılmaz’ın yüreğimizi yakan kaybı vesilesiyle yargıdaki eksiklik ve aksaklıkları da konuşmalıyız. Mevzuatı, uygulamaları, bitmeyen davaları… Hepsini.
Acımız büyük. Gencecik bir kadın, daha 10 aylık bir polis memuru, belki geleceğin emniyet müdürü, valisi yitip gitti. Üzülmekle, şehidin ardından ağıt yakmakla yetinmeyelim bu defa. Nurlar içinde yat Şeyda Yılmaz. Ruhun şad olsun.