Ülke ekonomisinin durumu, yüksek enflasyon ortamı ve hayat pahalılığı, hepimizin psikolojisine yansıyor. Anksiyete (kaygı bozukluğu), gerginlik ve asabiyet neredeyse hepimizde gözlenen semptomlar. Zaten bu hâldeyken üstüne bir de son dönemde art arda gelen çocuk ve kadın cinayetleri, taciz, tecavüz haberleri hepimizin ruh durumunu daha da bozdu. Yaşadığımız gündemin akıl sağlığımıza yansımalarını, toplumsal riskleri ve mevcut psikolojik cendereden çıkış yollarını konunun uzmanlarından birine sordum.
İşte Klinik Psikolog Doç. Dr. Banu Yılmaz’ın sorularıma verdiği -her noktası ayrı önemli- yanıtlar:
NASIL ETKİLENİYORUZ?
Şiddetin bu denli hayatın içine girmesi her şeyden önce kaygımızı çok artıran bir durum. Olağan koşullarda zihnimizde -olabildiğince az örseleyici söylemeye çalışayım- ‘bir genç kadın şehrin orta yerinde, beden bütünlüğü bozularak öldürülebilir; bir çocuk, tamamı akraba olan kendi köyünde bir anda ortadan kaybolup günler sonra yaşamını yitirmiş halde bulunabilir; insanların gözü önünde iki erkek bir kadına tecavüze yeltenebilir’ gibi bilgilerle yaşamıyoruz. Ama bunlar oluyor ve bizim “Böyle şeyler olmaz, bir insan bir başka canlıya kasıtlı olarak bu şekilde zarar vermez” varsayımımız da yerle bir oluyor. Bunun yerine ‘dünyanın kötülüklerle dolu olduğu, insanların birbirine durup dururken zarar verebileceği, bizim de bu türden saldırganlıklara maruz kalabileceğimiz’ bilgisi gündelik yaşamımızın bir parçası haline gelerek bizi kaygılı, kuşkucu, kırılgan, her an tetikte olmak zorunda hisseden, yaşamı üzerinde kontrol kaybı ve yetersizlik hisseden, ötekini potansiyel düşman olarak gören insanlar yapıyor.
Ruh sağlığının, toplumsal bağlamla ilişkili ve buna bağlı olarak ortaya çıkan, bireysel olduğu kadar kolektif de bir süreç olduğunu düşünürsek, söz konusu olayların bireysel etkilerinin nasıl toplumsal sonuçlara yol açabileceğini de anlarız. Aslında bu bilgiyi, bu tür olayların faillerini, onların bireysel psikopatolojisiyle ilişkilendirmeye yönelik, yaygın olarak yapılan hatalı değerlendirme için de kullanabiliriz. Faillerin psikiyatrik hastalıklarına, uyuşturucu bağımlısı olmalarına yapılan vurgu, bu olayların toplumsal cinsiyet temelini, uyuşturucu kullanımının sosyal, politik, ticari boyutunu, nefret söylemlerinin sonuçlarını göz ardı etmeye neden olacak ve sorunların üstesinden gelmeye yönelik adımların atılmamasına zemin sağlayacaktır.
GÜNDEMİN SONUÇLARI
Kronik toplumsal şiddetin yaşandığı ortamlar toplumsal duygu iklimini olumsuz etkileme potansiyeline sahiptir. Toplumun gözü önünde gerçekleşen, herkesin bazıları hatalı kaynaklardan da olacak biçimde bir şekilde bilgisine ulaştığı şiddet olaylarının; mağduriyetlere duyarsızlık, insan hayatını önemsememe gibi toplumsal yaşamda tutum değişikliklerine; güvensizlik, umutsuzluk ve çaresizlik gibi duygulara yol açtığını yaşayarak görüyoruz. Nihayetinde bağımlı, pasif, sessiz, güvensiz, kuşkucu bir toplumsal iklime; geleneksel yapının, alışıldık yaşam biçiminin bozulduğuna, sosyal normlarda, etik anlayışta bozulmaya hep birlikte tanık oluyoruz.
PEKI NE YAPACAĞIZ?
Bireysel düzeyde yapılabilecekler, psikolojik, psikiyatrik müdahaleler konusunda çok şey biliyoruz. Ama her şeyden önce ve her şeyin ötesinde insanların, olağan kanun ve düzenin işlediğine, yaşamlarının, sevdiklerinin güvende olduğuna, rastlantısal olarak saldırganlığa maruz kalma olasılıklarının düşük olduğuna, bir tehdit algıladıklarında, kendilerini tehlikede hissettiklerinde ya da örselendiklerinde başvurabilecekleri güvenilir kurumlar olduğuna, en önemlisi de faillerin cezalandırılacağına inanmalarını sağlayacak bir sosyopolitik iklim gerekiyor.
Şiddetin sonuçları ne kadar toplumsalsa, nedenlerinin de toplumsal ve bir o kadar da politik olduğunun kabul edilmesi bir zorunluluk.