Ayşegül Kocabıçak'ın kaleme aldığı Run Gülüzar Run, Hep Kitap tarafından yayına hazırlandı ve oyucusuyla buluştu. Gülüzar’ın hikâyesini okuyan her kadın kendinden bir parça bulacak kitapta. Küçük bir kızın günlüğünü okuyacaksınız ama aynı zamanda bir dönemin sosyo-kültürel ortamını da göreceksiniz.
Dokuz yaşındayken tutmaya başladığı günlüklerle giriyoruz onun dünyasına. Yıllar içinde yakılan, yırtılan, yok edilen günlüklerden saklayabildiği kadarıyla paylaşıyor iç dünyasını, muhafazakâr ailesini, mahallesini, yüreğindeki ilk kıpırtıları, büyüme sancılarını… Ve alabildiğine sorguluyor her şeyi o muzip diliyle, hiç sakınmadan.
Ayşegül Kocabıçak ile ince detaylarla ve başarılı gözlemleriyle işlediği Gülüzar'ın hikâyesini ve Türkiye'de kadın olmayı konuştuk. Buyrun sohbete:
*Gülüzar ile tanışmanız nasıl oldu, yani bir önsöz var ama bu kitap nasıl ortaya çıktı?
Gülüzar karakter olarak benim uzun zamandır yazmak istediğim bir kız çocuğuydu. İçimizden biri, yalnız, farkında, hırpalanan.
Ne tanıdık değil mi?
Ama adının Gülüzar olacağını, onu anlatan öykülerin toparlanıp, birbirine eklenip bir roman bütünlüğüne erişeceğini bilmiyordum.
Aklımdaki Gülüzar karakteri ve üç yıl önceki Bursa gezimiz birleşip Run Gülüzar Run’a dönüştü diyebilirim.
Bazen sadece başlamak gerekir. Yürümek gibi… Siz yürürsünüz yol götürür. Hele bir de yolda karşınıza iyi yol arkadaşları çıkmışsa…
*Okuyucu bir günlük okuyor. Bir kız çocuğunun günlüğü... Erkek çocukları neden günlük tutmaz pek demek istiyorum ama bu da çok genelleme oluyor. Kızların günlüğe merakı neden olabilir sizce?
Anlatamadıklarının çokluğundan olabilir. Anlaşılamamaktan. Gizlemek zorunda bırakılmaktan. Kurallardan, tabulardan.
Ve tabii ki duygularını kelimelere döküp kaydetmekten hoşlandıkları için.
*Gülüzar'ın günlüğü aynı zamanda bir dönem hikâyesi. 80'ler sonu ile başlayan bir dönem. Bu döneme dair küçük bir analiz yapacak olsanız?
Yaşayanlar bilir. Özal’la başlayan “globalleşmeye ve kapitalizmin sonsuz tüketim çılgınlığına canı gönülden bağlanma”ya başladığımız dönemdir, 80’lerin sonu. Mahalle oyunlarının, komşuculukların, yüz yüze çekirdekli çaylı sohbetlerin son demleridir. Cep telefonsuz, internetsiz gerçek duygularımızla birbirimizi görme ihtiyacımızın var olduğu dönemdir.
Çocukların akşam ezanıyla eve döndükleri, büyüklerin çat kapı birbirini ziyarete gidebildiği günlerdir. Samimidir, gerçektir.
Güzeldir…
*Hem bir kadın hikâyesi hem de bir çocuk hikâyesi anlatıyorsunuz. Bu yazma sürecinde zorlandığınız oldu mu? Ya da sizi neler zorladı?
En çok zorlandığım konu kadın ya da çocuk yazmaktan ziyade büyüyen bir kız çocuğunun yaş dönemlerine göre gelişim basamaklarını verirken sahici olmaya çalışmak ve Gülüzar’ın yaşıyla dönemin önemli gelişmelerini okuyucuyu tırmalamadan doğal akışında vermeye çalışmak oldu. Hem can alıcı olayları Gülüzar’ın yaşadıklarına yedirip aklına uygun hale getirmek, hem de olaylar arasında yumuşak geçişler yaratıp, akıl karıştıran ayrıntılar vermek istedim.
En acı olayları bir çocuğun gözünden anlatıp yine aynı çocuğun yaşadığı travmayla baş etme yöntemlerini muzipçe ve kıvrak bir zekayla kotarmasını rahatsız etmeyen bir üslupla anlatmaya çalıştım.
Galiba zorlanmadım derken epeyce zorlanmışım ama çok sevdiğim için zor gelmedi.
EDEBİYATÇI ÇAĞININ TANIĞI OLMALI
*Gülüzar'ın günlüğüyle, onun gelişimiyle beraber okuyucu baskı altında kadın olma, var olma mücadelesine de şahitlik ediyor diyebilir miyiz?
Kesinlikle! Gülüzar çocukluktan genç kızlığa geçerken atlatılan ve anlatılmayan karanlık dönemin muzip yanı. Acıyı balla anlatabilen, büyüdükçe gücünü fark edip otoriteye boyun eğmemek için direnen tüm kadınların hikâyesi.
Özgür, kendi ayakları üstünde duran, okuyan, araştıran, verilenle yetinmeyenlerin geldikleri noktaya ulaşana dek çözmek zorunda kaldıkları her düğümde Gülüzar’la ortak diyebilecekleri bir problem yaşamışlardır.
*Türkiye'nin son dönemine bakınca kadınlar ve kız çocukları üzerindeki baskının muazzam olduğunu sanırım tartışmasız. Kitabın devamı gelecek mi? Bu süreci de okuyacak mıyız sizin kaleminizden?
90 sonrası da yazılmalı mutlaka. 80’lerden çok daha hızlı değişen bir zaman dilimi. Tüm dünyada önüne geçilemeyen bir teknoloji çılgınlığı, son model iletişim araçlarıyla artan iletişimsizlik, Türkiye’deki kadınların 90 sonrası siyasi gelişmeler sonucu yaşadıkları sosyal değişiklikler ve şiddetin önlenemez yükselişi.
Bunlar yazılmalı. Edebiyatçı çağının tanığı olmak, çevresinde olup bitenlerin duyurulmasından sorumlu olmak zorunda değil ama şahsi fikrim, olmalı. Çağından sorumlu, baskıya, zulme, otoriteye muhalif olmalı, olabilmeli…
Kitabımın devamı gelir mi? Gülüzar’ın Türkiye’de kadın olarak durumu ne olur şimdilik bilmiyorum. Şimdilerde başka bir roman dosyasıyla gece gündüz, göz göze diz dizeyiz ama Gülüzar’ı okuyan hemen herkes devamını soruyor. Babaanneyi merak ediyorlar, Gülüzar’la Gökhan’ın aşkının son durumu merak ediyorlar.
Bir yazasım var aslında ama başladım mı? Hayır!
*Açıkcası kitap ilk bana geldiğinde kitabın ilk sayfalarında Mahir Ünsal'ın adını görünce onu aradım. O bana okumalısın dedi ve daha da merak ettim. Mahir Ünsal Eriş ile Gülüzar nasıl tanıştı onu da merak ediyorum aslında. Belki bahsetmek istersiniz?
Tabii ki! Mahir, Gülüzar’ın her anına şahit. En başından beri beni destekledi, yanımda durdu.
Henüz üç öykü vardı elimde Gülüzar’a dair. TÜYAP’ta karşılaştık Mahir’le. Gülüzar’dan bahsettim, okudu ve sonrası için cesaretlendirdi. İki yıl boyunca da her eklediğim bölümü onunla paylaştım, fikir aldım. Ta ki son cümleye kadar.
*Son olarak siz bir öykücü olarak bu aralar neler okuyorsunuz?
Şu an elimde Salah Birsel’in Dört Köşeli Üçgen’i, Tom Robbins’in Ağaçkakan’ı ve Murakami’nin Sahilde Kafka’sı beraber gidiyor. Birbirinden çok ayrı üç kitap ama ben genelde bu şekilde okuyorum. Farklı niyetlerle farklı kitaplar J