Ankara’da 29 Ekim 1923 gecesi top atışlarıyla ilan edilen Cumhuriyet, Osmanlı İmparatorluğu’nun sona erdiğini dünyaya duyuruyordu. Milli Mücadele kazanılmış, İngilizler İstanbul’dan çekilmiş, Lozan imzalanmış, geleceği planlama gücü açısından asıl kuvvet merkezi Ankara ve tabii ki Mustafa Kemal olmuştu. Cumhuriyet’in ilanı yeni bir devlet yapılanmasıydı. Bunu bir devrim olarak görenlerimiz de hayli fazla. Böyle görünüyor olsa da bürokratik yapısıyla, kanunları ve kurumlarıyla Osmanlı’dan Cumhuriyet’e bir geçiş yaşanmıştı. Yenilenme adımlarına sakin bir gözle bakınca bunların bir devam niteliğinde olduğunu da söyleyebiliriz. Latin alfabesinden, Medeni Kanun’a kadar uzanan Cumhuriyet dönemindeki önemli değişimin arkasında Osmanlı’da yaşananların, atılan adımların, oluşan birikimin etkisini görebiliriz.
İLK MODERNLEŞME ADIMLARI
Onun Batı kurumlarını örnek olarak attığı adımlar, İmparatorluğun yönünü belirlemişti. II. Mahmut’un Batı tarzında getirdiği yenilikler özellikle İslam uleması tarafından eleştirildi. Sakallarını tıraş ettiği için II. Mahmut, tutucu çevrelerde ‘’Gavur Padişah’’ diye anıldı. II. Mahmut Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdı. 1848‘de Erkan-ı Harbiye Mektebi’ni kurdu. Unkapanı Köprüsü de onun eseridir. II. Mahmut’tan sonra gelen Osmanlı padişahları modernleşme adımlarını sürdürdüler. Islahat Fermanı: Padişah Abdülmecid tarafından ilan edildi (1856). Ferman: Müslüman olmayan azınlıkların hakkını hukukunu korumayı amaçlıyordu. Azınlıklar devlet memurluklarında görev yapabilecek, herkes inancına göre yemin edecek, karma mahkemeler kurulacaktı. Beylerbeyi ve Çırağan sarayları bu dönemde yapıldı. II. Abdülhamit döneminde de modernleşme çabaları devam etti. Onun zamanında; Mülkiye (Siyasal Bilgiler) kuruldu. Memurlara sicil tutulmaya başlandı. Eski Eserler Müzesi, Hukuk Fakültesi, Muhasebat Divanı (Sayıştay) kuruldu. Güzel Sanatlar Fakültesi, Ticaret Fakültesi ve Yüksek Mühendislik Fakültesi açıldı Osmanlı’nın 1876 tarihinden itibaren bir Anayasası (Kanun-u Esasi) vardı. Her ne kadar Abdülhamit tarafından askıya alınsa da o artık devletin belleğindeki yerini almıştı.
CUMHURİYET’E DEVRİMCİ GEÇİŞ
Yeni devlet nasıl kurulacak hangi niteliklere sahip olacaktı? Cumhuriyetin ilanı, halifeliğin kaldırılması gibi konularda itirazları olanların sayısı az değildi. Mustafa Kemal birlikte yola çıktığı bazı arkadaşlarıyla yolunu ayıracaktı. Cumhuriyet’in ilanından bir gün öncesinde neler olmuştu? En yakın arkadaşlarına haber vermeden bu süreci nasıl hazırlamıştı? O günü ve akşamı neler yaşandığını İpek Çalışlar “Mustafa Kemal Atatürk Özel Hayatı ve Mücadelesi” (Yapı Kredi Yayınları, s.393-408) kitabında tanıklara ve belgelere dayanarak ayrıntılı olarak derlemişti. Mustafa Kemal’in 22 Eylül’de Avusturya’da yayımlanan Neue Freie Presse gazetesi muhabiri Hans Lazar’a verdiği mülakat, 27 Eylül tarihli Hâkimiyet-i Milliye’de yayımlandı. Anayasada değişiklik yapılacağını vurgulamış, “Netice itibariyle reis-i cumhurdan, reis-i hükümetten ve mesul vekillerden müteşekkil bir hükümet teşkil edeceğiz” demişti. Anayasayı değiştirip cumhuriyeti ilan etmek niyetinde olduğu hissediliyordu. Demeç, köşe yazarlarını hareketlendirdi. “İdare şekli zaten cumhuriyettir, Reisicumhurluğa uygun aday Mustafa Kemal’dir” diyorlardı. Tartışma özgür bir ortamda sürüyor, Mustafa Kemal’in meclis ve fırka yönetiminden çekilmesini savunanlar da çıkıyordu. Mustafa Kemal bir hamle daha yapmış 13 Ekim’de Ankara’yı başkent ilan etmişti.
NUTUK
Mustafa Kemal o kritik haftayı ve son bir günü nasıl geçirdiğini 4 yıl sonra Nutuk’ta şöyle anlatacaktı: “Mecliste, Fethi Bey’in başkanlığındaki hükûmete ve özellikle Fethi Bey’in şahsına karşı sataşmalar ve tenkitler başladı. Anlaşıldığına göre, milletvekillerinde bakan olma istek ve hevesi çoğalmıştı. İşbaşında bulunan bakanları beğenmiyorlardı. Muhalefete geçecekleri sezilen milletvekillerinin meclis çoğunluğunu aldatarak hükümete ve meclise karşı hâkim bir duruma geçmek maksadını güttükleri anlaşılıyordu. Bizimle görüşte ve yapılan çalışmalarda uzlaşma ve iş birliği aramayı gerekli bulmaksızın bağımsız ve gizli çalışan bir grup belirdi. Bu grup, iyi niyetli ve hakkı tutar gibi görünerek bütün parti üyelerini kendi görüşlerine çekmekte başarılı olmaya başladı. Bir parti toplantısında, İçişleri Bakanlığı’na Erzincan milletvekili bulunan Sabit Bey’in, meclis ikinci başkanlığına da İstanbul’da bulunan Rauf Bey’in meclisçe seçilmesini karar altına aldırdı (25 Ekim 1923). Rauf Bey’in de meclis ikinci başkanlığına seçilmesini doğru bulmuyordum. Çünkü Rauf Bey, daha dün hükûmet başkanı idi. Buna rağmen, onu meclisin ikinci başkanlığına getirmekle, bütün meclisin onunla aynı görüşte olduğunu yani bütün meclisin, Lozan Barış Antlaşması’nı yapan ve hükûmette dışişleri bakanı olarak bulunan İsmet Paşa’nın aleyhine olduğunu göstermek maksadı güdülüyordu.”