Yeni kuşaklar bilmez ama bizim 68’liler için önemli bir isimdi Dr. Hikmet Kıvılcımlı. Uzun yıllar hapis yatmıştı. Onu ilk kez, 1968 ağustosunda TKP yöneticilerinden Reşat Fuat Baraner’in cenazesinde görmüştüm. Feriköy Mezarlığı’nda Şefik Hüsnü’nün mezar taşına Kıvılcımlı’nın gözlerini dikip izlemesi ilgimi çekmişti.
O tarihlerde 20’li yaşlarında olan biz tıfıl solcular eski kuşak devrimcilere çok saygı gösterir, onların geçmiş deneyimlerini dinlemekten doyumsuz bir zevk alır, tecrübelerinden ders çıkarmaya çalışırdık. Kıvılcımlı, eski kuşağın önemli isimlerinden birisiydi. Uzun boyu, kalın çerçeveli gözlükleri, ak saçları ve sivri burnuyla dikkat çeken bir insandı. İnce yapılıydı, tane tane konuşurdu.
Devrimci fikirlerin yayıldığı dönemde Hikmet Kıvılcımlı’nın ismi geniş çevrelerde duyulmaya başladı. Özellikle Osmanlı tarihi üzerine yazdığı orijinal tezleri, kendine has üslubu ve alışılmadık ifadeleriyle ilgi çekiyordu. Kıvılcımlı’nın ilginç bir üsluba sahip olması, zaman içinde onun gibi konuşan, onun gibi yazan, ona öykünen ve ‘doktorcu’ adı verilen gençlerin ortaya çıkmasına neden oldu.
Kıvılcımlı’nın TKP’den 1927’lerde ihraç edildiği söylenir. Eskiler, Kıvılcımlı’yı inatçı ve otorite tanımaz olarak betimlerdi. Kıvılcımlı 1970’de Ankara Hukuk Fakültesi’nde bir konferansa gelmişti. Konuşması bitince, eskiler arasında Patriyot Hayati olarak bilinen Hayati Tözüm söz aldı. Kıvılcımlı’nın, Şefik Hüsnü’den arkadaşım diye söz etmesine kızmıştı. “Nereden senin arkadaşın oluyor. 1951 tevkifatında biz Şefik Hüsnü’yle yan yana yatıyorduk ve Şefik Hüsnü’nün seninle bir selamı bile yoktu.
Gerçekleri anlat, gerçekleri anlat!” diye bağırdı. Biz gençler şaşırıp kalmıştık. Neler olup bittiğini tam olarak bilmiyorduk. Sonra onlar arasında yaşanmış acı hikayeleri dinleyecektik. Şaşırıp kalacaktık. Acıdır ki bu tür ayrılıkları bizler daha sonra sert bir şekilde yaşayacaktık. Kıvılcımlı’nın o dönemde tartışmalara neden olan, tarih tezinin en önemli temalarından birisi, Osmanlı’dan bu yana ordunun devrimci bir geleneğe sahip olduğu yönündeydi.
Kıvılcımlı’yla o dönemde evinde görüşmek için anlaştık. Kıvılcımlı bizi eşiyle birlikte kapıda karşıladı. Kendisinin ince uzun boyuna karşılık, eşi orta boylu ve tıknazdı. Sohbetimiz uzayınca, eşi yemeğe kalmamızı önerdi. Yemekte meyve olarak kavun vardı. Eşi, hepimizin önüne birer çatal, bıçak koyarken Kıvılcımlı’ya kaşık verdi. Ona kaşık vermesi dikkatimizi çekmişti. Hepimiz kavun yiyecektik.
“Ben kaşıkla kavun yemeyi üniversitede öğrendim,” diyerek gülümsedi. Kavun yemenin üniversiteyle ne alakası olabilirdi.
Eşi araya girdi, “Hapishaneyi kastediyor. Doktor, cezaevine üniversite der.” Cezaevlerinde, çatal verilmediği için kavunun kaşıkla yendiğini ilk kez Kıvılcımlı’dan duymuştuk. Bizler de daha sonra aynı yollardan geçecek ve kavunu kaşıkla yemeyi öğrenecektik.
Kıvılcımlı’nın tarih tezlerinin de ciddi ve önemli tezler olduğunu çok sonraları anlayacaktık.