5 Ekim Cuma günkü son yazımda ABD merkezli McKinsey firmasından danışmanlık hizmeti alınmasını şöyle değerlendirmiştim:
“Ekonominin gidişiyle ilgili yönetimin danışmaya, uyarıya ihtiyacı olduğu bir gerçek. Bu işin, ‘yerli’ ve ‘milli’si olmaz. Ekonominin kanunları evrenseldir, hamasetle ekonomik sıkıntıların üstesinden gelinemez.
Türkiye’nin içinde yaşadığı sıkıntıları aşabilmesi Batı ile ilişkileri düzeltmekten geçiyor.
McKinsey meselesine gelince: Keşke bu noktaya gelinmeseydi. Hayatın gerçeği dayatıyor. Batıdan gelecek yatırım ve maddi destek için bu tür denetim ve danışma kuruluşlarının referanslarına ihtiyaç bulunuyor.”
McKinsey konusu, muhalefeti ayağa kaldırdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, gelen tepkilerin ardından, “Onlardan danışmanlık hizmeti almayacağız” diyerek, ekonomiye güven verme ihtimali olan bu adımdan vazgeçildiğini ilan etti.
Peki iyi mi oldu?
Muhalefet çevreleri, bu geri dönüşü, iktidar içinde bir çatlak olarak değerlendirmeyi tercih ettiler. Olabilir, iktidar açısından bir zafiyet görüntüsünün ortaya çıktığı söylenebilir. Bir gün önce hararetle savunulan “danışma hizmeti”, bir anda, “zararlı” bir müdahale sayılmaya başladı. “Terste kalanlar” oldu. Buraya kadar anlaşılabilir.
İçe kapanma riski
Peki, Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerindeki gerilim eski usul devam mı etsin? Ekonomiyi evrensel standartlardan uzakta mı tutalım? Bu “anlayış”ın sevinilecek, övünülecek yanı olabilir mi? İçe kapanmacı söylemlerin egemenliğinin kime ne yararı olabilir? Ekonominin evrensel kuralları ve kurumları yerine, “biz bildiğimizi okuruz”la mı yönümüzü belirleyelim?
Pozitif muhalefet taraftarı bir yurttaş olarak Batı standartlarında bir yönetim biçimi istiyor ve bekliyorum. Bunun için gereken en önemli adımların, demokratikleşme, eşitlikçilik, dünyayla uyumlu, gerçekçi ve objektif ekonomi yönetimi, basın ve ifade özgürlüğü olduğunu düşünüyorum.
İçe kapanmacılıktan bir kazancımız olacağını, olabileceğini sanmıyorum. İşte İran gerçeği, işte Türki ülkeler. Türkiye’den İran’a gidince aradaki çağ farkını görüyoruz. Tahran’da 50 yıldır hüküm süren klasikleşmiş “anti Amerikan” çizginin derde deva olmadığı, demokrasi getirmediği ortada.
Batı’yla olan “kavga”nın kısmen haklı temellerinin de olduğu bir gerçek. Ancak (şu an batı tarafından formüle edilen) insan hakları ve demokrasi ölçütleri evrensel. Piyasaların matematiği de öyle. Bütün bu normlardan uzaklaştığınızda, bedeli halk ödüyor.
Muhalefetin, “Neden Batı’yla ilişkileri geriyorsunuz?”, “Neden ekonominin evrensel kurallarına uymuyorsunuz?” gibi sorular sorması daha doğru olmaz mıydı?