Bu yazıyı yazdığım sırada, TBMM kapalı oturumda İdlib krizini ve sonrasını değerlendiriyordu. TV’yi açıyorum, TSK’nın Suriye’deki askeri operasyonları, bu operasyonlarda Esad rejimine verilen zayiatın boyutu anlatılıyor. Sınırdan seslenen muhabir, rakamlar sıralıyor. İran ve Rusya destekli Suriye rejimi askerlerinden 2 bin 884’ünün etkisizleştirildiğini haber veriyor.
“Bu sayı biraz sonra daha da yükselecek” diyerek tahribatın boyutlarını ifade ediyor... Ardından bir askeri uzman ekrana geliyor. 92 topçu bataryasının imha edildiğini, bunun ne kadar önemli olduğunu açıklıyor. Uzman emekli subay, bu şekilde Esad’ın 2 tugayının ortadan kaldırıldığına işaret ediyor.
“Bu durumda Esad’ın yüzde 50 beli kırılmıştır” yorumunu yapıyor... Sırada akademisyen var. O da ‘saha’da olmanın, yani askeri güç kullanmanın yeni anlamına işaret ediyor. Türkiye’nin çok yönlü bir diplomasi trafiği yürüttüğünü söylüyor. Etkinliğinin, sahada olmasıyla bağlantısını yorumluyor.
Silah patlayınca
Suriye’de Esad’ı devirme kararını ABD ve Batılı müttefikleri vermişti. Türkiye başta tereddütlüydü. Sürece daha sonra dahil oldu. Ancak, Batı’nın Suriye üzerindeki hesaplarıyla Türkiye’nin hesapları, zaman içinde farklılaştı. Sonra Rusya ağırlığını koydu.
Fırat’ın doğusunda ABD-PYD ittifakıyla, Fırat’ın batısında Suriyeİran- Rusya ittifakıyla karşı karşıyayız. Önce doğuya bakalım: PKK/PYD; ABD ile işbirliğini tercih etti. Türkiye Kürtleri ise, Suriye’de çatışma yerine uzlaşma sağlanmasından yana görünüyor. Sonuç olarak Türkiye, ABD ile Kürt meselesinin geleceği ve çözümü konusunda bir formül üzerinde mutabakat sağlayamıyor.
Bu gerilim ortamında Fırat’ın doğusuna askeri “operasyon” yolu tercih edildi. Burada “güvenli bölge” diye tanımlanan bir alan, Türkiye’nin kontrolüne geçmiş durumda. Ancak barındırdığı çatışma potansiyelini hesaba katmak gerekiyor. Fırat’ın batısı, şu anda yangın yeri.
Türkiye’nin batısında ise mültecilere kapılar açıldı. Avrupa, gelen bu dalgayı kendisine yönelik bir tehlike olarak kabul ediyor. Gerilimi Türkiye’nin yarattığını düşünerek, “Bencil Batı” imajını doğrulayan tepkiler gösteriyorlar. Putin-Erdoğan görüşmesinin bütün bunlara ne kadar ilaç olabileceğini kestirmek kolay değil... Eski bir deyişle yazımı noktalıyorum: “Savaşta her şey çok basittir, ama basit olan karmaşıktır.”