Diyarbakır’ın yakın köylerinden (şimdi mahalle deniyor) Tavşantepe’de bir cinayet işlendi. Cinayet her zaman gazeteciler için haberdir. Bu kez, yaşananlar bir cinayet haberinin tamamen ötesine geçti. Toplum ayağa kalktı. 19 gün süren yoğun bir medya seferberliği hatta yarışına tanık olduk.
İlgi, Narin’in cesedinin bulunmasıyla zirveye tırmandı. Toplumdaki bütün birikmiş insani duygular ayaklandı. Türkiye, bir küçük kızın kaderine ağlarken, bunun hesabının nasıl sorulacağını, asıl suçlunun kim olduğunu tartışmaya başladı.
Çocukların öldürülmesi, çocuk cinayetleri her zaman tepki çekmiş, çocuk katilleri her zaman yüksek nefretle karşılanmıştır. Tüm dünyada böyledir. Şimdi yükselen tepkiyi gerçek bir toplumsal iradeye dönüştürmenin, yasal, siyasal ve sosyal önlemleri masaya yatırmanın zamanı geldi.
Öncelikle tartışmamız gereken konu “aile içi şiddet” konusu. Aile içi şiddet toplumsal kültür içinde bazı geleneklerde meşru ve haklı görülebiliyor. Yanı başımızda, bitişik bir dairede kadın çığlıkları duyduğumuzda şaşırıp kalıyor muyuz? Yoksa normal mi karşılıyoruz? Birçoğumuz böyle durumlarda ne yapacağımızı bilemiyoruz.
Çocukları, kadınları korumanın yolu öncelikle toplumda ciddi bir tartışma açmak ve erkek egemen kültürü sorgulamaktan geçer. Yıllar önce (11 Şubat 2015) TBMM Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu toplantısına katılmıştım. O toplantıda kadın hakları konusunda ciddi değişimlere ihtiyacımız olduğunu dile getirmiştim. Tabii medyaya düşen görevleri de hatırlatmıştım:
“Kadın sorunu, kadına şiddet, kadınerkek eşitliği meselesi aslında öncelikle kadınların üzerinde mücadele etmesi gerektiği bir alan. Tabii ki erkeklerin de bu konuda kendilerini değiştirmeleri, dönüştürmeleri ve erkek egemen kültürle hesaplaşmaları gerekir. O yüzden kadın meselesinin erkeklerin de bir kurtuluşu olduğuna; kadınların eşit olmadığı, kadınların özgürce yaşayamadığı bir ülkede demokrasinin de insan haklarının da özgürlüklerin de olamayacağına inananlardan biriyim, öyle bir gazeteciyim. Bu nedenle, böyle bir komisyonun kurulmuş olması, böyle bir faaliyetin yürütülüyor olması Meclis’te son derece memnuniyet verici. Çok severek ve destekleyerek, isteyerek geldim; çok teşekkür ediyorum.”
Meclis’in bir dönem duyarlılık gösterdiği “Kadına Şiddet” konusu acaba ne oldu?
Medyanın erkek egemenliğini yansıtan, 3. sayfa haberleri ne oldu? Daha da ileri gitti; medya cinayet, şiddet haberleriyle dolup taşan ve erkek sesinin diğer sesleri ezip geçtiği bir alan haline dönüştü. Polisten alınan ifadeler, tutanaklar yasal kaygıları hiç düşünmeden yayınlanır hale geldi. Kim daha ayrıntılı cinayet haberi verir, kim daha büyük gürültü koparıp en büyük reytingi elde ederse, bununla övünmeye başladı.
Bizim görevimiz toplumu doğru bilgilendirmek, gerçeğin ortaya çıkmasını sağlamak…
Bunu ne kadar yapabiliyoruz?
Kritik bir soru…
Cevabını birlikte arayalım.