Samsun-Ankara arasında 29 Ekim 1968’de başlattığımız ve 10 Kasım’da Ankara’da biten yürüyüşün adı 'Tam Bağımsızlık için Mustafa Kemal Yürüyüşü' idi. Yürüyüşe başlar başlamaz Samsun-Ankara karayoluna çıktığımızda durdurulduk ve gözaltına alındık.
Gözaltındayken Tarsuslu komiser bir hemşehrim bana sahip çıktı. Bir ihtiyacımızın olup olmadığını sordu. O komiserin Alevi olduğunu sonradan öğrendim. Yürüyüş sırasında geceleri yol üstündeki hanlarda yatıyorduk veya yakın bir köy varsa orada kalmak için köylere gidiyorduk. O yıllarda Türkiye’de hele de Anadolu’da konaklamaya uygun doğru dürüst otel yoktu. “Köylerde mi kalalım handa mı?” sorusunu akşam üzeri sorduğumuzda, yürüyüşçü arkadaşlarımızın ilk tepkisi, “O köy Alevi mi Sünni mi?” oluyordu.
Alevi köyü olunca talep daha çok köylerde kalmak şeklinde gelişiyordu. Türkiye’deki sol hareket ile Alevilik arasında 68 döneminde sıcak bir bağ oluşmuştu. Aleviler Türkiye’deki “bağımsızlıkçı” harekete sempatiyle bakıyor, “kurulu düzene isyan”a kendilerini yakın hissediyorlardı. Biz sanabiliriz ki, her dönemde böyleydi. Ama değildi. 1950 seçimlerinde ve 1960’lara kadar Aleviler Demokrat Parti’ye daha yakın davrandı.
Orta Anadolu’nun, Çorum, Manisa, Yozgat, Amasya gibi Alevilerin yoğun olarak yaşadığı illerinde Demokrat Parti seçimleri, Alevilerin desteğini alarak kazanıyordu. Hatta Sivas da bu iller arasındaydı. Aleviler, ilk başta destek çıktıkları Demokrat Parti’yi özgürlükçü ve sivilleşmeden yana bir siyasi akım olarak gördüler. Ancak Aleviliğin bir yanı sivilleşme ise bir yanı da milliyetçilikti.
Bu bağlamda Atatürkçülükle özdeşleşme devreye giriyor, Sünni hegemonyası karşısında, laiklik, bir koruma zırhı olarak görülüyordu. Alevilerin Atatürkçülüğü her ne kadar bazı solcular tarafından eleştirilse de Alevilerin bu tercihinin maddi bir temeli var. Türkiye’de merkeze egemen Sünni- Hanefi eğilimini frenleyecek gücün modernizm olduğu düşünülür.
Bu nedenle Aleviler, kurucu iradenin otoriter yanını kabullenip laiklik vurgusunu da önemser. Öte yandan, bu kamplaşma, Anadolu’da sürüp giden Alevi katliamlarının da arka planını oluşturur. Türkiye’yi kim yönetecek? Otoriter modernistler mi, muhafazakar Müslümanlar mı? Aleviler bugüne kadar modernizmin saflarında yer aldı. Bu tercih onları bir yönüyle modernist görünümlü bir tutuculuğa ve içe kapanmaya zorlarken başka bir açıdan da çağdaş dünya ile paralel bir yaşamın temelini oluşturdu. Türkiye’deki iki bloğun güçlerinin dengede olduğu noktalarda, Alevi nüfus, dengeyi modernistler lehine bozan bir ağırlık oluşturabiliyor. Türkiye’de yeniden bir sağ-sol dengesi oluşuyor. Aleviler giderek daha tayin edici bir güç haline dönüşüyor.