Bir doğa felaketi olarak toplumda büyük yaralar açan yangın, siyasi tartışmaları da beraberinde getirdi. Muhalefete göre, devlet kurumları, gereken sorumluluğu üstlenmedi, yöre halkını kendi kaderine terk etti. Yöre halkına göreyse, sorumluluk, yerel yönetimlerin üzerinde kaldı. Yöre halkı zaten kendisini sorumlu görüp ilk günden mücadelenin en önünde yerini almıştı. Yurttaş, her zamankinden daha da kararlı ortaya çıkıyor ve sorumluluk üstleniyor. Köyceğiz’den şunu işitiyoruz: “Muğla’nın Köyceğiz ilçesinde hiçbir basın mensubu yok. Ne yerel ne de ulusal. Köyceğiz kaderine mi terk edildi?
Geç de olsa termik santraldeki yangının söndürülmesi ve bölgenin boşaltılması sırasında askerin görev alması yüreklere su serpti.” Yatağan’dan bir esnaf, kendisini sorumlu hissederek anlatıyor: “Ben Yatağan’da esnafım, etim budum belli. Söylemek istemiyorum ama yedi gündür ekmek arası domates peynir yapıp, dolaplarımı sadece su, buz için çalıştırıp o dağlardaki insanları aç bırakmayalım, susuz bırakmayalım, soğuk su taşıyalım diye uğraşıyorum.”
Muğla siyah bir sis altında
Muğla’da yaşayan amcamın oğlu Atıf’ı aradım. Üç gündür sokağa çıkmadığını, evde beklediğini anlattı: “Muğla üzerine küllerden siyah örtü çekilmiş gibi” diye devam etti. “Dün gece gittim iki büyük valiz satın aldım. Kaçın deyince kaçacağız. Her tarafımız orman. Geceleri alev alev yanan tepeleri korkuyla izliyoruz. Şimdi sokaktayım, yerler yangından etrafa savrulmuş ağaç kabuklarıyla kaplı. Dün, klima olmayan odada pencereleri açıp yattım. Sabah kalktığımda yattığım oda simsiyahtı. Şehrin üzerine kül yağıyor.”