1934’te Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesini, o günkü konjonktüre nasıl uygun görüyorsak, şimdi ibadete açılışını da Yeni Türkiye’nin alâmet-i farikaları’ndan biri olarak görmeliyiz.
Kendi karasularımıza nasıl sahip çıkıyor isek, misak-ı milli’ye nasıl sımsıkı sarılmakta isek, kendi vatan toprağımızdaki Ayasofya için yeni bir düzenlemeye de ancak biz karar verebiliriz. Kimse karışamaz.
Ne UNESCO’dan izin alacağız, ne AB’den, ne ABD’den, ne de Rusya’dan. Hele Yunanistan kim oluyor?
Dış kapının dış mandalı. Tavşanın suyunun suyu... Gitsinler önce Kudüs’e sahip çıksınlar... Efes’i ziyaret edip günah çıkarmak kolay...
Gitsinler Şagil İsrail’in başkentine, yallah....
Hazmedemedikleri, sadece bizim Bağımsız Türkiyemiz mi? Yok öyle. Bal gibi hazmedecekler.
Müze bölümüne dokunan yok. Gidin bedava gezin...
Bayılırsınız siz Avrupalılar bedavacılığa...
Ama bizim vatan toprağımızda bize saygılı olmaya mecbursunuz. Binlerce tarihi eser kaçırdınız, yetmedi mi?
Ulan oğlum, Bergama’yı sırtlayıp götürdünüz. En basitinden - sahte veya sahici - şu Fatih’in tablosu Londra’da ne arıyordu?
Haydi bakalım. 24 Temmuz’u iyice bir pekiştirelim.
Ayasofya, dünya miraslarının incisi ama İstanbul’un, malı...
Öyleyse İstanbul Belediye Başkanı da o gün oraya mutlaka gelecek... Kendisi için söylüyorum. Ne büyük şereftir bu.