Bayramda fahri bir belediyeci gibi teftiş ettim İstanbul’u.
Milli servetin heba olduğu, en kıymetli yerlerin çürümeye bırakıldığı, neler var neler. Yüzlerce var.
Sadece 3 örnek vereceğim. Rezalet.
Bu Galatasaray Adası ne olacak? Hani, jilet olmayı bekleyen köhne şilepler vardır ya? Kuytu bir limana çekilirler. Aynı öyle...
Boynu bükük bir şekilde kaderine terk edilmiş gibi.
- Ayıp ayıp. Yok mu bu israfa, bu hovardalığa ve en mühimi de bu kirliliğe müdahale edecek bir merci?
Eski Süreyya Lokantası’nı bilirsiniz. Bebek-Arnavutköy arasında, eski benzincinin olduğu yer. Yüzük taşı gibi. Ne sebepleyse bilmem, yıkmışlar, öylece duruyor, enkazı kaldırmıyorlar.
- Yahu temizleyin bari. Kimdir sorumlusu?
İstanbul’un yüzkarası bir yer daha söyleyeyim. Küçük Bebek yokuşunun, en tepesinde, belki de şehrin en pahalı arsalarından biri. Arsa diyorum...
Üstündeki bina yıkılalı epey oluyor. Fakat enkaz duruyor.
Hem de bir mikrop yuvası olarak.
- Sosyeteye bak. Çöplükte oturuyor. Yok mu ilgilenecek bir merci?
Efendim, laf lafı açar. “Sanatçı dediğin, muhalif olurmuş.” Madem öyle, sanatçılarımız, İmamoğlu’na topyekün muhalefete geçsinler bakalım.
- Var mısınız?
Bir cevher daha. “Gazeteci dediğin, muhalif olurmuş...muş.”
Hadi bakalım. İmamoğlu’na topyekün muhalefete geçilsin.
- Var mısınız? Ben yokum.