Çocukluğumuzda şöyle bir tekerleme duyardık:
- Pardon çıkalı eşekler çoğaldı. Hım... Demek ki ‘pardon’ demeyi yeni öğreniyorduk... Demek ki ‘pardon’ kelimesi pek modaydı. Gerçi günahsız eşeklere hakaret vardı ama işin o tarafına kimse bakmazdı. Ayağınıza basıp sonra da pardon diyenlere yeni bir tepki biçimiydi herhalde:
- Pardon çıkalı eşekler çoğaldı.
Şimdi de bir özür dileme ve özür bekleme salgını yaşıyoruz. Allah aşkına... Özür dilemekten kim ölmüş ki? Dile... Sabahtan akşama kadar özür dile. Dile ki, tekrar hakaret etmeye hak kazanasın. Zira her özür, yeni bir ayıbın alt yapısıdır. Bir nevi avans.
Siz hakareti yeyip oturduktan sonra, adam özür dilese ne fark edecek? Üstelik takdir de toplayacak... Malum, özür dilemek erdemdir diye de şirin bir vecize üretmişler. Vallaha, benim canım bugün birilerine küfretmek istiyor. Yarın da özür dilerim, olur biter.
Siyasetçiler, birbirlerinden özür dilemeyi veya özür beklemeyi bıraksın. Sahte bir alışveriş bu. Esasen, sayın diye başlayan bir cümle, hakaretle biter mi? Hem saygı hem hakaret yan yana olur mu? Sonra da özür ha?
- Al o özrü başına çal. H Bütün bunları söyledikten sonra, şimdi size soruyorum:
- Brüksel Zirvesi’nde, laf, soykırım masalından açılsaydı da Joe Biden, 24 Nisan konuşması için Türklerden özür dileseydi, tatmin olacak mıydık? Doğru söyleyin. Bir pardon bize yetecek miydi?