Yüzlerce sorudan hangi birini sorsun?
İsmail Küçükkaya’nın işi zor. Allah yardımcısı olsun. Konuklarına soracağı sorulardan değil ama sormayacağı sorulardan dolayı başı ağrıyabilir. Herkes allame:
-Şunu da soraydın ya...
-Bunu da soraydın ya... Kutuplaşma denen canavar, doymak bilmez ki.
İstanbul’u konuşacaklarsa, o bölüm kolay. Çünkü şehrin bugünkü kusur ve kabahatlerinden ikisi de sorumlu değil. Çünkü konukların ikisi de Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapmadı.
Ta 60’lı yıllardan 70’li yıllardan gelen arızalar onları bağlamaz. Bundan sonrasına bakalım. Yani projeler, projeler. Haydi bakalım, sepetimizdeki pamukları dökelim.
Fakat çok iyi bilirim ki, işin bu kısmı, tribündekileri pek heyecanlandırmaz.
Onlar kavga bekler. En azından sataşma bekler.
-Oh, ne benzetti ama...
-Nasıl verdi ağzının payını? Bütün mesele budur.
Neyse ki İsmail, basiretli ve adaletli bir gazetecidir. Format içinde format üreterek, gerginlikleri önleyecektir. Belki de o yolu en başta tıkayacaktır. Bilemem...
Ne var ki, sınırları aşmamak kaydıyla, programa biraz heyecan ve renk de lazım. Belgesel izleyecek halimiz yok. Bu maç, dostluk maçı falan da değil.
Ufak tefek iğnelemeler elbet kaçınılmazdır. İşte o noktada adayların seviye farkını göreceğiz... Unutmayın, seviye farkı. Tabii, prim yapıyorsa.
Son bir not...
Bu seçimden bana kalacak en değerli malzeme duyum’dur. Yok yok, uyum demedim d’uyum dedim. Hayır, duyum değil, seri duyum. İşte, az evvel “yine bir duyum aldım.” İnanmıyor musunuz? Öyleyse ispatlayın duyum almadığımı. Gördünüz mü, bakın ispatlayamıyorsunuz.