Yeni binasında CSO konserini dinlerken, aklıma 28 Şubat geldi. 23 yıl evveldi...
“İrticayı bastıranlar” bir senfoniyle bütünleşiyor ve sahneyi göstererek “İşte çağdaş Türkiye” diyorlardı.
Çünkü muasır medeniyet için her şey tamam, sadece senfoni eksikti.
O gece ona da kavuştuk. Müziği siyasallaştırdık. Sonrasını hatırlıyorsunuz.
- Postmodern darbe.
Aradan geçen 23 yılda Türkiye çok büyük adımlar attı ve sahiden o çizgiyi yakaladı.
- İşte çağdaş Türkiye. Bütün kurumlarıyla birlikte...
Sanatı ve sanatçısıyla da yücelen bir Türkiye.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı dinlerken, bunları düşündüm.
Başka şeyler de hatırladım. 70’li yıllar neydi öyle?
Sinemacılar başta olmak üzere, sanatçılar, problemlerini anlatmak için Ankara otellerinde günlerce bekler, Bakan’a veya Başbakan’a ulaşamazlardı.
Nevzat Atlığ’a sorun da anlatsın. Devlet Korosu’nu kurmak için neler çekti.
Bugün sanata ve sanatçıya verilen değerden memnunuz ama bu defa da başımızda kutuplaşma diye bir dert var:
- Bizdendir / onlardandır. Sanatın sizi bizi olur mu?
Senin sanatçın benim sanatçım diye bir ayrım yapılır mı?
Nereden çıktı bu? Ne yazık ki, giyim kuşam bile siyasallaşmıştır.
Türk Mutfağı bile siyasallaşmıştır.
Konuştuğumuz Türkçe’ye bakın...
Kutuplaşmayı orada da görürsünüz.
Peki, ne istiyoruz? Nedir derdimiz? - Tek tip insan mı? Hayır, değil.
Ben bu gece, Hacı Arif Bey’i, Bimen Şen’i, Artaki Candan’ı dinlemek istiyorum. Sen Rahmaninof’u dinle...
Keyfin bilir. Ama bana tahammül et... yani hiçbir konçertoyu bana işte çağdaş Türkiye diye sunma... Anlaşıldı mı?
Bunu anlarsan, hiçbir siyasi fikri de kimseye zorla telkin etmemeyi öğrenmiş olacaksın. Esas çağdaş Türkiye odur işte.