Bizde her cumhurbaşkanı seçimi olaylı geçti. Ta 60’larda başlayan Köşk Yarışı, 1973’te iyice tıkandı.
Faruk Gürler’in emr-i vakisi, Meclis’te tepki görünce, halim-selim bir zat’ta karar kılındı: Fahri Korutürk. Fahri Paşa, Divan Pastanesi’nde sütlü kahvesini güzel güzel içerken, kendisine acele Ankara’ya dönmesi bildirildi. Gidiş o gidiş.
7 yıl sonra... Geldik 1980’e... Yeni cumhurbaşkanı seçilecekti. Anlaşma bir türlü sağlanamadı.
Öyle ki, 12 Eylül darbesinin gerekçelerinden biri haline geldi. Zeten de çömlek patladı. Evren Paşa çıkageldi... 1989’a kadar. Bir 7 yıl da o.
1989’da, Turgut Özal, Köşk’e talip oldu. Vay efendim, 20.8 oy’la Köşk’e nasıl çıkarmış.
Cumhurbaşkanı olmak için sanki bugün parti liderleri yüzde 30-40 oy’un tek sahibidirler. Ne münasebet... Açın bakın anketlere.
Devam edelim. 7’şer yıl Demirel ve Ahmet Necdet Sezer dönemini biliyorsunuz.
Sıra geldi 2007’ye. Abdullah Gül’e. Kardeşim Gül’e. Burada da Sabih Kanadoğlu adında bir hukukçunun şahane buluşuyla, 367 cevheri geldi, yolu tıkadı... Haydii, bir patırtı daha...
Ve erken seçim. Her şerde hayır var.
2014 ve 2018 seçimleri, artık ilk defa halk’ın oylarıyla yapılan seçimlerdir. Oralarda da pürüz çıkmıştır ama konuşmaya değmez.
Gelelim bugüne. İşte yine halkın oylarıyla cumhurbaşkanı seçeceğiz.
Çok şükür, hukuki bir tartışma ya da ayyuka çıkmış bir tatsızlık yok. Demokrasi işliyor.
- Her şey normal.
O kadar normal ki, bütün partiler bir araya gelmişler.
Erdoğan’ın karşısına çıkacak bir rakip arıyorlar. Ya da izninizle şöyle diyelim:
- Erdoğan, ‘güven oylaması’ için sahaya iniyor.