Artık bu yıl karar vereceğiz:
-İran’a mı benzeyelim, Malezya’ya mı? Yoksa faşizm’e mi gidelim? Buna bu yıl da karar veremezsek, yazıklar olsun. Bize bunları müstahak görüyorlar. Münevver tabaka, kendi milletini bu kadar aşağılayabilir mi?
Vesayet edebiyatı, bunların ruhuna işlemiş. Askeri vesayet gitti ya, şimdi de sivil vesayet diye sayıklıyorlar. Normal insan, bunu telaffuz dahi etmez.
-Kardeşim, al sana seçim sandığı... Git oy ver... Vesayetin her türlüsüne mani ol... Fakat hayır. Kazandığı Belediye Seçimi’ni bile “düşmandan kurtuluş” olarak addediyor. Çünkü:
-Zulüm 1453’te başlamış. Ne demek bu?
Transferler yoluyla Meclis aritmetiğini altüst ettiğimiz o dönem, bunlar ne kadar mutluydu... Seçim kaybetmiş, hatta seçime hiç girmemiş partilere devleti teslim ettiler. Vesayetin bundan daha alçak olanı görülmemiştir. 28 Şubat, bunların cibiliyetini yansıtıyor.
Ya 12 Eylül? O da ayrı bir rezalet. Evren Paşa’nın önünde takla atarlardı. 30 yıl sonra onu yargılayıp güya rüşt ispatı’nda bulundular ama Evren Anayasası hâlâ yaşıyor. Bunlar nasıl demokrat? Her biri Sülün Osman.
17-25 Aralık’a yaklaşıyoruz. 6 yıl geçmiş. Olmadı... Beceremediler. Son deneme... 15 Temmuz. O da hüsranla bitti. Elde malzeme kalmadı... Döndüler yine eski defterleri karıştırmaya... Ve buldular... Yine irtica’ya sarıldılar:
-Ceren niçin öldürüldü? Balerin olduğu için.
-İşte çağdaş Türkiye. Hiç utanmıyorlar. Okudunuz mu? “İki türbanlı kız markette hırsızlık yapmış.” İddia bu. İki kız değil. “İki türbanlı kız.” Buna gazetecilik diyorlar.