Tebrik kartları kalktı. Mektup, zaten çoktan kalktı. Birbirimizin yeni yılını sanal dünya’dan mesajlarla kutluyoruz. Ne kadar ruhsuz. Ot gibi, saman gibi.
- Buna da şükür.
Çifter çifter telefonlarla sofraya oturuyoruz. Çatal bıçak... Yanında bir telefon. Tabak çanak... Yanında bir telefon daha. Top sahasında atılan yabancı maddeler gibi, yemek masaları istila edilmiş. Her biri telefon tarlası. Hani sofra âdabı?
- Evladım doğru otur, yemeğini ye. Bunlar hep masalmış meğer.
Bir dakika. Kim demiş göğü ısıtamazsınız diye? Bal gibi ısıtırız. Gidin bakın. Sarıyer’den Ortaköy’e, Etiler’den Beşiktaş’a, Beykoz’dan Üsküdar’a bütün açıkhavayı sobalarla ısıtıyoruz. Kafeteryalar, lokantalar, meyhaneler... Ama içerileri boş, kaldırım ve bahçeler dopdolu... Yemek masaları hep dışarıda... Yeni yıla daha 70-80 saat kala “göğü şimdiden ısıtılmış bir İstanbul.”
- Şerefinize.
- Afiyet olsun.
İşte... “Kimsenin hayat biçimine kimsenin karışmadığı” özgür bir tablo... Halbuki ne bekliyorduk?
- İran’a mı benziyoruz?
- Malezya’ya mı benzeyeceğiz? E aşk olsun bu ülkeyi tam 18 yıldır yönetenlere:
- Bizi ne İran’a benzetebildiler, ne de Malezya’ya. Bu durumda ne yapacağız? Bir 18 yıl daha mı bekleyeceğiz?