Ben Barbie bebek döneminin çocuğuyum. Barbie evi sahibi olmanın arkadaşlar arasında nasıl bir statü kazandırdığını hâlâ çok iyi hatırlıyorum. Barbie evim gelene kadar günlerce heyecandan uyuyamamıştım.
Ve evet, Barbie’nin fiziksel özelliklerini rol model edinmiş olabilirim. Kendimi bildim bileli Barbie gibi formuma dikkat ederim, bakımıma özenirim, dolabımı önemserim ve süslenirim. Barbie ile aramdaki en önemli fark, hayatımı bir ‘Ken’in değil, kendi kazancımla yaşıyor olmam ve kendimi sürekli geliştirmem. Vizyona giren filmi sonrası Barbie’nin ikonlaşması yeniden tartışma konusu oldu. Film her ne kadar Barbie’nin bağımsız, güçlü, kalıpların dışında bir kadın olmasını vurgulasa da başrol Margot Robbie’nin çoğu kadın için ‘erişilemez’ güzellikte bir fiziğe sahip olması, lüks kıyafetler giydirilmesi, filmin amacıyla çelişiyor.
KAPİTALİST BİR İKON
Durham Üniversitesi’nin 2021’de Barbie ile oynayan 5-9 yaş arası kız çocukları üzerindeki araştırması çarpıcı. Çocukların ‘ideal güzellik’ anlayışı bu bebeklerle oynadıktan sonra ‘daha zayıf kadınlar’ olarak değişmiş. Sanırım ben de bu etkiye maruz kalanlardanım. Barbie son yıllarda birçok meslek grubunu ve farklı fiziksel görüntüleri temsil eden bebekler de çıkardı. Ama bunlar ve son film onun kapitalist ikon imajını yıkmasına yardımcı oldu mu? Psikiyatrist Prof. Dr. Arif Verimli’ye Barbie bebek hakkındaki görüşlerini sordum. “Barbie, 15-55 yaş arası bize gelen kadınlarda çok fazla rastladığımız bir ‘kalıp kadın’ ikonuna hizmet eden bir bebek. Ergenlik öncesi ve ergenliktekileri, 13-15 yaş ve 15-25 yaş grubunu olumsuz etkileme ihtimali doğuran bir karakter.”
BU NE PERHİZ?
“Ergenlikte, insanın en beğenilmeyeceğini düşündüğü ve kendini karşı cinse beğendirmek istediği dönemde ‘beden algı bozukluğu’ sorunlarında artış oluyor. Oysa herkes aynı görünemez. İnsanlar dış görünüşleriyle değil; IQ’larıyla, kişilikleriyle, dünyaya kattıkları değerlerle bir varlıktırlar” dedi. Filmin Türkiye’deki ve dünyadaki galalarından paylaşımları inceledim. Hepsi Barbie gibi ve teşhircilik dozu yüksek şekilde giyinmiş birçok genç ve yetişkin kadın gördüm. Bu kişilerin çoğunun sayfalarında paylaştıkları ‘gösterişli’ hayatlarını kazanma şekli belirsiz. Alanında başarılı, kendini gerçekleştirmiş, erkeklerin yani ‘Ken’lerin dünyasında liderliği üstlenmiş veya elini taşın altına koymuş kadın figürler bu galalara katılsaydı, film de Barbie de bambaşka bir anlam kazanacaktı. Ama bu haliyle Arif Hoca’nın dediği gibi ‘kalıp kadın’ hizmetinden öteye geçemiyor.
OPPENHEIMER PARADOKSU
‘Atom bombasının babası’ J. Robert Oppenheimer’ın hayatını anlatan filmi izlerken karmaşık duygular yaşadım. Bilimin yok etme amacıyla kullanılmasına göz yuman bir adamla empati kuramadım. Cillian Murphy ve tüm oyuncular döktürüyor. Her karakter çok boyutlu işleniyor. İyi, hoş. Ama dostlar, ABD’nin Japonya’ya attığı atom bombası, mevzuatta öyle kabul edilmese de bence ve vicdan sahiplerince tarihte işlenmiş en büyük savaş suçu. Filmde bu bombanın dünyadaki tüm savaşları bitirecek kadar güçlü olduğu vurgusu var. Kanımca, bahsedilen ‘ABD’ye karşı tüm savaşları bitirme gücü… Nitekim öyle de oldu. Bugün ABD’ye savaş ilan etmeye hiçbir ülkenin gücü yetmiyor. Bu trajediyi yaşatan bir ülkenin şimdi Oppenheimer’ı bizlere ‘bir kahraman’ olarak anlatması ve hikayesinden para kazanması çok ‘zekice’... Geçen yıl bir rapor yayınlanmıştı. 18-30 yaş grubunun Picasso, Audrey Hepburn, Marlon Brando gibi efsanevi isimleri tanımadığına dair. Oppenheimer’ın da yeterince unutulduktan sonra yepyeni bir karakter olarak hayatımıza girmesi beni düşündürdü… Filmden aklıma kazınan en etkili repliği de buraya bırakıyorum. “Kim tüm hayatını aklamak ister?”