Bugünlerde dünya sinemasında bir ‘Oppenheimer’ heyecanı yaşanıyor. Yönetmen, Christopher Nolan. Oppenheimer’ı İrlandalı aktör Cillian Murphy oynuyor. Kendisini ‘Peaky Blinders’ dizisindeki efsanevi aktörlüğünden tanıyoruz. Yeni nesilin hiç aşina olmadığı bir isim olan Oppenheimer, atom bombasının babası.
Amerikalı bir fizik profesörü. Film, Oppenheimer üzerine yazılan “Amerikan Prometheus’u” adlı biyografi kitabından uyarlanıyor. Yazarlar Martin Sherwin ve Kai Bird’ün eseri. Ama kitabın New York Times gazetesinden öğrendiğim yazılma hikayesi de fizikçinin hayatı gibi olaylı. Sherwin, sıkıştığı bir dönemde mecburiyetten Oppenheimer’ın hayatını yazmayı kabul ediyor.
50 bin sayfalık röportajlar, mektuplar, günlükler, gizliliği sonradan kaldırılan FBI belgelerini okuyor.
NÜKLEER FİLOZOF!
Zira, 1980’de yayınevi Knopf, 70 bin dolar teklif ediyor. Başlarken yarısı ödeniyor. Beş yıl içinde bitirmesi şartıyla. Ama Sherwin bitiremiyor... 721 sayfalık bu kitap 2005’te yayınlanıyor. Nitekim Pulitzer ödülü de alıyor. Oppenheimer’ı yazmak neden bu kadar zor olmuştu?
Kitabın kapağında gırtlak kanserinden ölen Oppenheimer’ın sigara tiryakiliğine vurgu yapılıyor. ‘Prometheus’, ilk insanın yaratılışında, çeşitli yetenekler verilmesinde ve insanoğlunun Olympos’un tanrılarına başkaldırısına önderlik eden mitolojik karakterin adından geliyor.
New Mexico eyaletinde gizli bir laboratuvarı yöneten ve atom bombasını görülmemiş bir hızda teoriden gerçekliğe taşıyan Oppenheimer, İkinci Dünya Savaşı sonrasında nükleer çağın bir tür kral filozofu olarak görülen biri. Hatta Amerika’nın teknolojik dehasının ve vicdanının sembolü olarak görülüyor!
Cillian Murphy, filmdeki performansıyla Oscar’a koşuyor.
KÜÇÜLEREK ÖLÜYOR
Savaş sonrası McCarthy döneminde bir hedef haline geliyor. Düşmanları onu Komünizm sempatizanı olarak gösterince 1954’te güvenlik izni bile elinden alınıyor. Hayatının kalanını küçülerek yaşıyor ve 1967’de Princeton’da ölüyor.
Sherwin, onu tanıyan insanlarla konuştuğunda en çok ailesini ihmal ettiği için eleştirildiğini gördü. Ama eski ekip arkadaşları, en mutlu yıllarının atom bombası için birlikte çalıştıkları yıllar olduğunu söylemişti (!) Nitekim... Sherwin’in teslim tarihi gelip geçiyor, editörü emekli oluyor. Ama Sherwin’in görüşmesi gereken kişiler, okuması gereken belgeler bitmiyor. O sırada işsiz kalan editör Kai Bird ile bu dönemde yolları kesişiyor.
290 BİN DOLARLIK ANLAŞMA
Yayınevi Knopf’la anlaşma yenileniyor. 290 bin dolara anlaşılıyor! İki yazar, kitabı dört yılda tamamlıyor. Nolan ise bu filmi yapmaya Eylül 2021’de talip oluyor. Sherwin, bir ay sonra ölüyor. Ama Bird hem çekimleri takip ediyor hem de bir nevi mentörlük yapıyor.
Set ziyaretinde başrol Murphy ile tanışan Bird, Oppenheimer’a benzerliği karşısında şaşırıp ona “Dr. Oppenheimer! Seninle tanışmak için yıllardır bekliyordum” diye seslendiğini anlatıyor. Murphy de “Kitabınızı hepimiz okuyoruz. Buralarda onu okumak zorunlu” diye karşılık veriyor. Filmi izleyen Bird, “Sherwin de çok beğenirdi” yorumuyla beklentileri yükseltiyor…
TEKNOLOJİ HALK İÇİN Mİ?
Oppenheimer’ın yaptığı bomba, Ağustos 1945’te Japonya’daki Hiroşima ve Nagazaki’ye fırlatılarak insanlık tarihinde onarılmaz bir yaraya yol açtı. Ama o yıllarda bir kahraman olarak görülmesi...
Sonraki yıllarda siyasi figürlerin önüne geçmesinden korkulup sindirilmesi... Neresinden tutsanız elinizde kalan tam bir ‘demokrasi şöleni!’ Bilimin yok etme amacıyla kullanılması beni hep düşündürüyor. Bilgisayar ve internet teknolojisinin temeli de yine askeri istihbarat ihtiyaçlarına dayanıyor. “Teknoloji halk için midir, teknoloji için midir?” paradoksu bugün günlük hayatımızı yönetiyor.
Teknoloji bugün hayatımızı kolaylaştırmak, güvende hissettirmek için mi var yoksa en iyi yok etme gücüne sahip olma yarışı için mi? Veyahut insanların sınırlarını ne kadar aşabildiklerini göstermek için mi?.. Yapay zeka çağının başındayken, yıkıcı bilimin facialarından ne kadar ibret alsak o kadar iyi.